S.Kierkegaard’ın ‘Felsefi Kırıntıları’ gibi biraz felsefe yapıp insan psikolojisine varoluşçu bir yaklaşımla bakarak başlayalım söze.
Söylesenize en çok neyi/ ne yapmayı özlediniz? Yok, meraklanmayın lütfen. Enseyi karatmak, Covid-19 günlerinin götürdüklerine dem vurmak için sormuyorum bu soruyu. Covid-19’lu günlerimiz sürerken ve daha da devam edecekken, özlediklerinizi fark etmeye davet ediyorum sizi, ama mutsuz olmak adına değil. Özlediklerinizi yakalamanız için çözüm üretmek üzere.
İnsan Bildiğini/ Tanıdığını/ Açlığını Çektiğini Özler
Ben yüzücüyüm. Daha doğrusu bin yıldır her sabah kargalardan bile erken kalkıp, horozlar ötmeden önce suda kulaç atmaya başlayıp, hava aydınlanmadan tazelenmiş ve jilet gibi güne başlamaya hazır olanlardanım. (Covid-19’dan önce elbette.) Şimdi artık aynı saatlerde olabildiğince her sabah yürümeye çalışıyorum. Ve biliyor musunuz buna rağmen yüzmeyi değil müze kokusunu özlediğimi fark ettim geçen sabah yürürken. Ve şaşırdım.
Gözünüzde canlandırın lütfen: Gökyüzünde şahane bir dolunay var. Hava soğuk değil, ama harika bir esinti dolanıyor karanlığın içinde ve deniz ‘huysuz ve tatlı kadın’ gibi çarpıyor kıyıya. Sahil boşa yakın. Ve bu havada yürürken benim burnuma denizin kokusunu bastıran bir müze kokusu geliyor:)
Bir müze için heyecanlanmayı, serinliğine dalmayı, yorgunluktan ayaklarım ağrıyana dek içinde gezinmeyi özlemişim ben. İlgimi çeken eserlerin etrafında dolanmayı, hatta dönüp gelip tekrar tekrar seyretmeyi, böyle tek bir eser bulduğum günlerde kendimi çok mutlu hissetmeyi. Yorulduğumda ya da bir başka müzeye geçmeden önce kafesinde/ bahçesinde oturup bir şeyler içerken gördüklerim, hissettiklerim hakkında yazmayı ise çokkkk özlemişim.
Böylece, bildiğim/tanıdığım/ açlığını çektiğim en sevdiğim alışkanlığımın müze gezmek olduğunu fark ettim bir sabah karanlıkta yürürken. Oysa sorsanız, yapamayacak olsam en çok özleyeceklerimin ‘yüzmek, amaçlı okumak ve öğrenmek, yüz yüze psikoterapi yapmak’ olacağını söylerdim. Bilmezdim müze gezmenin benim için yaşamsal açlık yaratacak noktada önemli olduğunu.
Bu uzun girişten sonra bir kez daha soruyorum size. En çok neyi/ ne yapmayı özlediniz? Nesini? Neden?
Gerçekçi İyimserlik
Peki şimdilerde kısıtlamaların, doğru ve doğal tedbirli hayatın getirileriyle daha farklı da olsa bir şekliyle bu özleminizi gidermenin yolu var mı acaba? ‘Pollyannacılık oynama, yemezler’ diyenlere cevabım hazır. ‘Pollyannacılıkla karamsarlık arasında bir yer vardır: adı da gerçekçi iyimserliktir.’ Ben sizi oraya davet ediyorum.
Var olan sıkıntılı duruma dayanmayı, kötüye saplanıp kalmamayı, umut etmeyi, ama bol keseden boşa kürek sallamamayı ya da tam tersine oturup boş beleş beklememeyi; tarihli, takvimli, eylem planlı olması arzulanana doğru ilerlerken, minik haz duraklarında beslenmeyi ve yaşamaya devam etmeyi ifade eder bu kavram. Elbette esnek olmanın şart olduğunu baştan kabul eden ve geçmiş dönemlerde dayanıklılık geliştirmiş bir kişilik yapısının, gerçekçi iyimserlik konusunda çok daha başarılı olacağını da eklemeliyim.
Şimdi; bir kez daha düşünür müsünüz lütfen özlediklerinizi?
Mutluluğun Temel Taşları
Nelerde ne kadar esneyebilirsiniz?
Haz duraklarınız neler olur özlediklerinize doğru ilerlerken?
Dayanıklılığınızı nasıl geliştirirsiniz, kendinizce zor olan özlediklerinize ulaşmaya doğru yol alırken?
Yaşamın hayatta olmaktan öte bir anlamı olmalı değil mi? Ve hedonistçe zevke boğulmanın çok üstünde?
Özlediklerinize bir de bu gözle bakar mısınız lütfen?
Çünkü bu soruların cevapları hem kişiliğiniz hakkında ip uçları verir hem de kim olduğunuzu ve ‘nasıl olduğunuzu’ belirler. Mutluluğun yolu da bu temel taşların farkında olmaktan geçer.