Filmini seyrettiniz mi? Daha önemlisi Boyalı Kuş’ kitabını okudunuz mu? Cevabınızı bilmiyorum, ama özellikle okumadıysanız kitabın büyük kayıp olduğunu söyleyebilirim.
Evdeki çalışma odamın penceresine iki kumru dadandı bir süredir. Ben Skype üzerinden seans yaparken ya da okuyup yazarken göz göze geliyoruz sıkça. Birlikte hareket etmeleri, nazikçe dikkat çekmeye çalışan sesleri ve pencereyi tıklamaları Boyalı Kuş’u hatırlattı bana.
Sonra da yıllar öncesinden bir yazım düştüm zihnime. Taaaa 1999’da Milliyet’te yayımlanmış. Normal yazılar ve kombinasyon bana ait, italikler ve şiirler ise başka şairlere.
Uçmak Ve Boyalı Kuş
Uçmak istiyordu artık, boyalarının dökülmesinden korkmadan. Aksine dökülsün de gerçek hali ortaya çıksın diye, kaynar suların içine girdikten sonra uçmak.
Diğer kuşlara kızmadan, ama onlarla da olamayacağını bilerek, başka yerlere uçmak.
Ayağına bakıyordu, ip mip yoktu. Uçabilirdi istediği an.
‘Evet, yalnız kendime, yalnız kendim için,
Yüreğin kıyısında, kaynağında şiirin,
Bir yanım arık olay, öbür yanımsa boşluk,
Bekliyorum içimdeki büyüklüğün yankısını,
Sasımış, koyu, çınlayan o sarnıç, o tını
Ruhumda, hep gelecek olan o oyuk!’
….
İşte, ayağını bağlayan o boşluktu. Gittiğinde duyacağı boşluk, gittiğinde duyuracağı boşluk. Oysa, boşluğun yaratıcısı o, onlar değil miydi?
‘Beni araştırıp tanıyacak güçteydin,
Tomurcuklarımı bir bir açacak,
Çektin uykulardan aldın ruhumu,
Acıyı duyar ettin
O zaman tökezledim.’
….
Bilmeden önce başkaydı, ama öğrenmişti, onu görmüştü sonra da. Gerçek onu.
‘Boyalarından kurtul’, diyen onun boyası akmış halini görmüştü de içi acımıştı. Yine de değişmemişti hissettiği hayranlık ve paylaşım arzusu. O da bir kuştu ve sürünün bir parçasıydı sonuçta. Ah o kendini farklı gösterme çabası olmasa, uzattığı kanadı görmezden gelmese, ateşin üstünde bir çubuğa geçirilmiş de çevriliyormuş gibi hissetmeyecekti kendisini.
‘Hala yaşıyorsun, yalnız değilsin daha
o hala yanında bomboş elleriyle
ve bir sevinç ulaşıyor ikinize de
geniş ovalardan, sislerin, açlığın
uçuşan karların içinden.’
….
İşte bu yüzden uçamıyordu uzaklara. Boyası akan kuşlar, yani sevdiği insanlar, belki babası, kahramanı, belki sevgilisi, dostu vardı hala. Umudu da. Üstelik gücü bitmemişti henüz.
Hem ‘Yarınlardan koparıp alınmalı mutluluklar’, dememiş miydi?
Dayanacaktı öyleyse, kendisi için. İnançları için. Boyalar dökülmüştü bir kez ve geriye dönüş yoktu. Umut çırpınıyordu hala yüreğinde.
‘Doldur yüreğime
kan doldur
kabarıncaya kadar damarlarım!
Tepeleme fikirler sok kafatasıma!
Yaşadım ben
sonuna kadar yaşamadım
daha hakkım var.’
(Boyalı kuş kavramı Jerzy Kosinski’ye, italik olarak yazılan şiirler sırasıyla Paul Valery, David Herbert Lawrence, Osip Mandelstam, Vladmir Valadamiç Mayakovski'ye aitdir.)