Beden darbe alınınca, hastalanınca ağrı hisseder.
Ruh, bir çatışma ya da kayıp yaşayınca acı çeker.
Ağrı ve acı birbirinden her açıdan çok farklıdır. Ağrının, mutlak bir çözümü vardır. Acının ise yok! Aralarındaki en önemli fark da budur!
Bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin, bilim insanları acıları dindirmek için ne kadar rengarenk ilaçlar üretirse üretsin, acıyı azaltacak yeni ot ve kimyasal karışımları keşfederse keşfetsin, kaynağını kurutamadığı için acıyı yok edemez. Modern çağın büyüsü niteliğindeki ilaçlar, ‘Zaman her şeyin ilacıdır,’ lafını gerçekleştirmek istercesine, ruhsal mekanizmalarındaki salgı akışlarına etki eder, acıyı hissetmemeyi sağlar, o kadar…
Ben ve Canım
‘Canım’ kavramını çok severim.
Canım…
Yani ben!
Yani, benim için dilediğim ve/ veya istemediğim her şey senin için de geçerli!
Bundan öte daha ne olabilir ki?
‘Seni canımdan çok seviyorum’u abartılı bulurum. Söylenmesi anlamsız, gerekirse vazgeçilecek bir böbrek yahut kendi hayatını tehlikeye atıp ‘can’ı kurtaracak bir eyleme girişmenin dışındaki hiçbir davranış ya da düşünüş biçimi karşılamaz bu lafı. Üstelik bu iki somut durum gibi durumlar için de sağlıksız bulurum.
‘Ben’im, yani kendim ve ‘canım’ için en güzel olana ulaşmaya çalışırım.
Bu sözcüğe verdiğim değer ve yüklediğim anlam gereği, bunu çok çok az kişi için kullanırım. Önüne gelene yahut hemencecik söyleyene de sinir olurum. ‘Aptal mı, beni mi aptal sanıyor?’ diye düşünmekten kendimi alamam.
Demek ki ‘can’ iki ayrı formatta incelenmesi gereken bir anlam içeriyor.
Birincisi, ‘Ben’,
İkincisi, benim gibi/ kadar değerli olan ‘o’.
Acı Kötü müdür?
O halde acıdan bahsettiğimizde ‘canın yanması’ dediğimizde de konuyu iki ayrı açıdan yorumlamak, ondan sonra ‘Acı kötü müdür?’ sorusunu cevaplamak durumundayız.
‘Ben’, mutluluk duyduğu ‘şey’den vazgeçmesi istendiği ve/ veya vazgeçmek zorunda kaldığı, haz duygusu yok olduğu için ‘acı’ çeker.
Eğer ‘ben’, kendi isteği/ iradesiyle vazgeçiyorsa haz aldığından, başlangıçta acı çekse bile, gelecek hazzın daha büyük olduğuna yönelik inancı, acıyı azaltır ve/ veya dayanma gücünü artırır. Kaldı ki, bünyesinde ‘umut’u da barındıran duygu bütünlüğü, çıkacağını bildiğimiz güneşi beklemeye benzer.
Doğma olasılığı, doğmama olasılığından çok daha fazla olan güneş gibi, bekleyebilir insan kötü duygulardan arınmayı.
‘Haz’ alınandan kendiliğinden değil de zorla kopartılması durumunda ise ‘acı’ artar; çünkü bu istek, ertelemenin ardından gelecek daha yoğun mutluluğa/ umuda bağlı olarak oluşan inanç ve kararlılık yoktur. Bu yüzden ruhta çok daha yakıcı hale dönüşen acının, bedende ağrı biçiminde duyumsanma ihtimali artar.
‘Can’ın, canının yanmasından ve bunu durduramamaktan daha kötü olamaz ‘ben’in acı duyması. ‘Can’ın canının yanmasına dişlerini sıkarak tahammül etmeye çalışsa da ‘ben’, ‘can’ın yok oluşuna dayanamazmış gibi hisseder.
Savunmalar geliştirir kendi kendine. Yaşam, ‘var’mışçasına, canlıymışçasına kurgulamaya çalışır anlamsızca.
Tüketimin artırılması yahut öldüresiye pintilik yaparak, hayattan kaçış-dalış; çılgınca kilo verme çabası ya da koyuvererek kendinden nefret edecek kadar bir şeyler yemek vb.; çözümden uzak yapılanlardandır.
Kendisi sorumlu olmasa dahi, başına gelenin acısını başkalarından çıkarmak için onları bilinçli/ bilinçsiz cezalandırıcı bir tutum takınmanın da kimseye bir faydası dokunmayacağına göre…
Peki yok mudur, ‘ben’in ya da ‘can’ın acısını azaltacak sağlıklı/ kalıcı bir çözüm?
Var!
Acıyı kabul etmek, ama acıyı azaltacak yollara başvurmaktan da kaçınmamak.
Detaylar mı? Yazı daha fazla uzamasın diye, haftaya yine Cumartesi saat 9’da:)
(Yazı hiçbir değişiklik yapılmadan 2002 de Remzi Kitabevi’nden çıkan Tırtıllara Özgürlük, kitabımdan aktarılmıştır.)