Aklımdan bir sürü şey geçiyor şu anda. Hüzünlü, mutlu, endişeli ya da öylesine bir yerlerden kopup gelmiş düşünceler. Sıraya koymak istiyorum, hepsi birden önemli ve paylaşılması gerekli gibi geldiğinden, öncelikleri belirleyemiyorum. Bu yüzden uçmaya karar verdim :) İnsanların çoğu Eros’u sadece, aşkı başlatan oku atan tanrı olarak bilir. Oysa Eros’un altın okunun dışında, saplandığı anda yanında kim olursa olsun, hatta dünya güzeli, hep “beklenen” bile olsa, iğrenmeye yol açan başka bir oku daha vardır.
İlişkilerindeki heyecan azalmaya, özen yerini usul usul umursamazlığa bırakmaya, onun mutluluğumuz - huzurumuz için ne denli önemli olduğunu unutmaya başladığımızda, Eros’un bu oku gelir aklıma. Kimi kaynaklar tarafından kör olarak tasvir edilen (bu yüzden de “aşkın gözü kördür” denilen) Eros’un, altın oku çıkartıp, olumsuz duyguları getiren oku yerleştirmeye başladığını düşünürüm. Öte yandan ilkel tanrı ve tanrıçaları ne kadar sevsem de, hayatın - yaşadıklarımızın kendi ellerimizde olduğunu bildiğimden, soru da sorarım. İster özelimdeki insanlar olsun, isterse konuştuğum diğer insanlar, böylesi durumlarda içimden, onları sarsıp kendine getiresim gelir. Düşünsenize, onca insan arasından bir tanesine yakın hissediyoruz kendimizi, aşık oluyoruz. Sonra da koyveriyoruz hissettiklerimizi. Sahip çıkmasını beceremiyoruz bir türlü.
Bu arada bilim insanı olmama rağmen, tek faktöre dayalı aşkı açıklamaya yönelik yazılanlara karşı çıktığımı da belirtmek istiyorum. Yok kokudan kaynaklanırmış, yok otuz ay sürermiş falan. Bütün, parçaların toplamından farklıdır! Kaldı ki bilimsel olarak saptansa bile, şu anda tespit edilen bulguların hiçbiri aşkı açıklamaya yetmiyor. Hem tutun ki, aşkınız otuz ay sürecek. O coşkuyu, sarhoşluğu yaşamaya değmez mi? Tabii, akşamdan kalma ölçülerine ulaşmayacak ve sağlıklı bir biçimde. Üstelik emek emek, ilmek ilmek dokunan ve sürekli körüklenen aşk biter mi? Yürek yakıcı, can atıcı, kırıp, yok edici söz ve eylemden kaçındıktan sonra, saygı sona erer mi?
Aklıma gelmişken, kendinizle aranız nasıl son günlerde? Hep başkalarına hatır soracak değiliz ya. Ruhunuzu yokluyor musunuz aradasırada? Bir şey ister mi? İhtiyaçları yeterince karşılanıyor mu? Bu arada, dolu dolu en son ne zaman güldünüz? Peki, mizah kitapları okur musunuz siz hiç? Tamamen bireysel de olsa, çizer ya da yazarla aranızda geri dönüşümsüz bir bağ kurulsa da, iyi geliyor insana. Kesinlikle öneririm. Gerçi psikologların reçete yazma hakkı yok, ama reçete yerine geçebilecek bir şey yazsaydım, bolca şiir, çiçek ve dostlar da eklerdim buna, altına da imzamı atardım.
Boşverin sıcağı- soğuğu, içinize sızmaya çalışan tembelliği. Hareketlenin biraz. Gülün, yüzün, koşun, dans edin. Problemler yok mu? Çoook! Hep var, olacak da. O halde asıl olan, problemleri çözebilecek güce sahip olmakta. Bu güçte kendiliğinden oluşmayacağına göre, güçlenmemizi sağlayacakları keşfedip, yapmak bizim elimizde.
Hiç sevmesem onaylamasam da, bir zamanlar bir çizgi film vardı. O çizgi filmdeki kahraman “Gölgelerin gücü adına, güç bende artık”, diye bağırır ve düşmanlarını alteder, kötülüklerin üstesinden gelirdi. Siz de denesenize. Geçin aynanın karşısına, gözlerinize odaklanın ve bağırın aynı biçimde. Ne kaybedersiniz? En kötü ihtimalle, yaptığınızı saçma bulup, ufacık da olsa bir gülümseme yaratırsınız aynadaki görüntünüze. Hem sürekli aynı cümleyi tekrarlarsanız, günden güne güçlenebilirsiniz de. Deneme kararınızı ne denli etkiler bilemiyorum, ama ben bağırıyorum:
“Güç bende artık!”
Üstelik ben bunu uzun zamandır yaptığım için, güç gerçekten bende artık.