Tutkuyu hangi renklerde canlandırırsınız zihninizde? Bordo mu, Osmanlı tabağı kırmızısı mı, sarı mı? Ya dalgaları da katın içine desem? İlk anda çağrışım yapacak olan denizin maviden yeşile, yeşilden griye dönüşen renklerini, köpüklerin o coşkulu beyazını nereye koyarsınız tutkunun renkleri içinde? Ve nasıl bağdaştırırsınız bu renkleri birbirine? Renklerdeki geçişleri sert mi kılarsınız? Yoksa dalga dalga yumuşatır mısınız?
Siz, tutkuyu bilir misiniz? Tutkuyla bir şeyi sevdiniz mi hiç? Ona ulaşmak için Anadolu destanlarındaki ya da dünya mitolojisindeki olmazları oldurmaya çabaladınız mı?
Tutku, çok güçlü ve sürekli duygulanım anlamına gelir. Bünyesinde dengesizliği barındırır. Çünkü var olan dengeyi bozacak denli, hastalıklı bir saplantıya dönüşmeden, bir insana / duruma / duyguya yönelmektir tutku. Böylesine güçlü bir yönelimle, bir hedef belirlediniz mi siz hiç kendinize? Yoksa tutkuyu sadece olumsuz bir duygu olarak tanımlayıp, ilkel benliğinize ait varsayarak, oburca yemek yeme, sahip olmak, kıskançlık gibi ilkel hazlara bağlı bir duygulanım olarak mı yorumladınız? Bu yoruma bağlı olarak, tutkuyu aşağılayıp, reddederek yok mu ettiniz içinizde?
Öylesine güçlü ve kararlı bir duygudur ki tutku, insan tutkusuna ulaşmak için, kendisini feda etme eğilimine girer. Temel ihtiyaçları olan fizyolojik gereksinimlerini bile (açlık, uyku, seks) erteleyebilir. Bir kostüm tasarımcısı gibi, kumaş, kumaşın cinsi, kullanılacak aksesuarlar, dikiş vb. türündeki tüm detaylarla uğraşır. Evet, sonuç önemlidir, ama sonuca götüren yöntemler ve eylemler de önemlidir. Bir yaratım sürecindedir tutkuyu yaşayan insan. Ve bu süreç içerisinde, seçtiği her detaydan, ulaştığı her noktadan zevk almayı da bilir.
Tutku, kişilikteki zayıflıklara, benlikteki boşluklara bağlı olarak oluşturulmuşsa, kişi sonunda gösterdiği çaba nedeniyle bitkin düşer veya ulaşır, doyar ve bıkar. Örneğin, bir insanı tutkuyla arzuladığınızda, bedensel doyuma ulaşmanın ardından ya hemen ya da kısa bir süre sonra, uzaklaşırsınız ondan. Oysa akıl - beden - ruh bütünlüğüyle yaşarsanız tutkunuzu, her bir araya gelişinizde yeniden keşfedeceğiniz için kendinizi, kendinizdeki onu ve gerçek onu, bırakı bırakmayı, heyecanınız artar. Çünkü keşfedilenler, keşfedilmeyenlerin habercisi olur her seferinde. Ne konuşmaktan, ne dokunmaktan ne de paylaşılan suskunluğunuzdan vazgeçebilirsiniz bu duyguları yaşadığınız sürece.
Öğrenme tutkusu da benzeri bir biçimde yaşanır aslında. Bilgiyi, öğrendiklerinizi sadece para kazanmak, statü, güç ve ün sahibi olmak için değil, yeni çıkarımlara ulaşmak, yeni bilgiler üretmek için kullandığınızda bıkmaz, bıkamazsınız okumaktan ve tartışmaktan. Bu kadarı bana yeter deyip, kenara çekilmeniz söz konusu bile olmaz bu durumda. Önce kitabın sonunu okuyamazsınız, öğrenme isteğini tutkuyla yaşadığınızda. Ya da bitince, kaldırıp atamazsınız, hemencecik bir tarafa.
Sakın coşkuyla karıştırmayın tutkuyu. Coşku anlık ve geçicidir, sakin türleri de vardır. Tutkuysa, süreğendir ve asla sakin değildir. Bir anda ortaya çıkabileceği gibi yavaş yavaş da doğabilir.
Tutkuyla bir insana bağlandığınızda, (asla bağımlılıktan bahsetmiyorum) ona göre değil, ama onunla yaşarsınız her anınızda. Sadece onu mutlu etmek için değil, ama o mutlu olduğunda sizin de mutlu olacağınız eylemlere yönelirsiniz. Akıl süzgecinden geçirdiğiniz onun arzuları, beklentileri, ilişkinizi zenginleştirecek oyuncaklar, sizin için “mutlaka yapılması gerekenler” listesinin, ilk sırasında yükselir bir anda. Sizi sevsin, size daha çok bağlansın, vazgeçilmez olasınız diye değil, zaten tutkuyla bağlı olduğunuz için yaparsınız, ne yaparsanız.
Şimdi yeniden soruyorum size. Tutkuyla bir şey yaşadınız mı hiç? Yaşamak için kendinize izin verdiniz mi? Cevabınız hayırsa, yazık. İnsan olmanın getirdiği güzelliklerin bir tanesinden yoksun kalmışsınız. Demek ki, siz kendinizi tutkunun renkli kollarına hiç bırakmamışsınız, hayatta hiçbir şeyi bu denli arzulamamışsınız.
Yine de geç kalmış sayılmazsınız. Hala…