Batıl inançların çıkış noktalarına baktığımızda, çok eski kültürlerin yaşam biçimine dayandığı ve kültürün değişmesiyle birlikte, ufak değişimlerle, kullanıla kullanıla günümüze dek geldiğini görürüz.
Batıl inançların özü
Batıl inançların özünde, belirsizliklerle dolu olan hayatta, insanı kötülüklerden koruma amacı vardır. Nüfusun büyük çoğunluğunun zorlukla yaşamını sürdürdüğü, tekniğin ve bilimin bu denli ilerlemediği dönemlerde insanlar, kıtlık ve / veya açlık nedeniyle çok erken yaşlarda ölüyordu. Hastalıklara karşı çekilen acı ve yaşanan çaresizlik, batıl inançların temelini oluşturmaktaydı.
Kötülük ve hastalıklardan korunma
Geçmişte psikolog, psikiyatrist ve bugünkü anlamda hekim olmadığı için her toplumun kendine özgü ‘şaman’ı -iyileştiricisi- vardı. Ve onlar şifalı otları ve ‘inancı’ kullanarak, yaptıkları büyü ve ilaçlarla şifa dağıtırdı. Dolayısıyla mistik ritüeller, insanın çevresini ve çevresindeki kötülükleri denetlemesine yardımcı olan bir araç olarak kabul ediliyordu. Kötülük kovan ya da tam tersine, kötülükleri davet eden davranışlar, bitkiler, objeler olduğuna da inanılırdı. Örneğin esnerken ağzını kapatmak, sadece incelik değil aynı zamanda şeytanın ağızdan içeriye girmesini önlemeye de yönelikti. Ya da tuz ve su; sadece yokluktan/ edinme güçlüğünden değil, aynı zamanda şeytan, cin ve kötülüğü kovduğu için de kutsaldı.
Eski çağlarda yaşamın doğal bir parçası olan batıl inançların çoğu bugün, (bir kısmı değişime uğramış da olsa) varlıklarını hala sürdürmektedir. Geçmişte, bedene çekilir diye şeytanın adı anmaktan kaçınılırdı. Bugün kanserden bahsetmekten. Tükürüğün güç ve şifa verdiğine yönelik inanç, kimi spor dallarında ya da güç gerektiren işlerde, ele tükürülerek devam ettirilmektedir. Günümüzde ünlülerin giysilerini satın alanlar var, onlara benzemek kendini daha iyi, güçlü hissetmek için. Yabanıl kavimler, -ayı/kaplan vb.- koruyucu gücü yiyorlardı kutsal gücü kendilerine geçsin diye. (Ortaklaşa hareket ediyorlardı ki, suç bölünsün ve suç olup cezalandırılmaktan çıksın diye:) Günümüzde popüler birine benzemek için bir şeyleri giymek/ kullanmak/ taklit etmekten çok da farklı değil, geçmiş çağlarda ilkel mantık ya inançla yapılanlardan, öyle değil mi?
Tahtaya vurma - Hapşırma
Zaten çoğu insan tahtaya da hala vuruyor. Niye mi? Keltler, ağacın kötülüğü toprağa aktardığına inanırmış. Bu inanç, Hristiyanlıkla birlikte günümüze dek gelmiş. Bugün insanların hala önemli bir bölümü kötü bir şey duyduğunda ya da düşündüğünde, başına gelmesin diye tahtaya vuruyor. Hatta işi iyice ilerletenler kendilerini sağlama almak için, hem tahtaya hem de taşa ve cama vuruyor.
Kedinin uğursuzluğuysa, Mısır’daki Bast Tanrısı’na kadar uzanıyor. Gücü büyüyü çağrıştıran kara kedinin, büyücüye yardım ettiği ve özellikle bebeklerin hayat soluğunu çaldığı inancı günümüze, kara kediyi görünce ürperme, hatta saçını çekerek kötülükten korunmaya dek uzanmış.
Peki “Çok yaşa” nerelerden geliyor biliyor musunuz? İÖ 150 yılında Sezar, arabasıyla dolaşırken halktan hapşıran olursa, “Çok yaşa” diye bağırırmış. Başka hapşıranlara da “Sen de çok yaşa” dermiş. Bu söz, Romalılar arasında yayılan ve hapşırıkla başladığına inanılan hastalıktan kaynaklanmış. Çok kere ölümle sonlanan bu hastalıktan korunmanın en iyi yolunun da bu söz olduğu batıl inancı varmış. Hapşırma Orta Çağ Avrupa’sındaki veba salgını sırasında da çok yaygınmış. O tarihlerde de kullanılan bu söz günümüze kadar gelmeyi başarmış.
Daha binlerce örnek sıralayabilirim sizlere. Bir şeylere inanmak, bu İnancın etkisiyle huzura kavuşmak ve rahatlamak çok güzel. Ama inançlarımızı bile akıl süzgecinden geçirmeli, boş yere hayatımızı zehir etmemeli ya da anlamsız bir dayanak noktası haline getirip hayat ve olaylar karşısındaki kişisel gücümüzü yadsımamalıyız diye düşünüyorum. Ne dersiniz?