Öfkenin dansını severim. İçimde, her söylenmeyen sözle, bir adım daha öne attığım adımımı, hemen ardından, karşımdakinin eşlik eden adımını. İki küçük adımla ileri, bir hafifçe yerinde adım değiştir. Bolero ritminde değildir genellikle insanların öfkesi. Valsler gibi yaşanır çoğu insanda öfke. Eller birleştirilir, hızlı, geniş adımlarla dönülmeye başlanır. Zaman zaman uzaklaşır çiftler birbirinden, bir kol mesafesinde. Eller hafifçe açılır, sonra birleştirilir. Zaman zaman (ki genellikle erkek), hızla döndürür bir diğerini.
Bazen bir dansı hatırlamaktan öteye geçer öfkem. Kendimi bildim bileli çok kızdığım zamanlarda, hep aynı kare belirir zihnimde. Tom ve Jerry’de olduğu gibi, öfkelendiğim insanın bir elini kavrar, Jerry’nin yaptığı gibi bir o yana bir bu yana, yerden yere vururum karşımdakini. Ama acı yoktur kan da. Bu bir oyundur. Tıpkı çizgi filmdeki gibi, karşımdakinin yüzünde şaşkınlık belirir, bendeyse öfkemi zararsızca boşaltmanın getirdiği rahatlamış, mutlu bir ifade.
O kadar doğal, o kadar insanca gelir ki bana öfke. Bu yüzden çoğu doktorun, sanki mümkünmüş gibi, belli hastalıklarda, hastalarına söyledikleri “Öfkelenmeyin, sakin olmak zorundasınız” cümlesini hiç anlamam.
Öfkelenmekten hiç korkmam. Siz de korkmayın. Özellikle, yaşadıkları ruhsal sıkıntılar nedeniyle, bana başvuran hastalarıma kurduğum bir cümlem vardır benim.
“Kimse düşündüklerinden ve hissettiklerinden dolayı suçlu değildir. Eğer hissettiklerimiz veya düşündüklerimiz yüzünden ilahi adalet tarafından cezalandırılsaydık, dünya bir cehennem kazanı olurdu. Bizler de toplu halde kazanın içinde kaynardık. Yok, eğer, dünyevi adalet sistemi içinde yargılanıyor olsaydık, dünya bir hapishane olurdu, dışarıda da bir tek gardiyan kalmazdı.”
Öfkelenmekten, hissetmekten, düşünmekten korkmamalıyız. Bunlar “insan” olmakla eş. Ama olumsuz duygularımızı dile getirmede, sorun çözmede, bir dansçının ustalığına sahip olmak için, kendimizi eğitmeliyiz. Engizisyon mahkemeleri tarihten silineli çok oldu. İnsanlığa büyük acılar çektiren o mahkemeleri yeniden kurmanın gereği ne? Kabloyla çocuklarını dövecek denli bir babayı çileden çıkartan ne tür bir öfke olabilir? Ya da yengesiyle beraber olduğu için bir erkeğin cinsel organının, aile mahkemesi tarafından kesilmesinin anlamı nedir? Bir ülke için kutsal olan binada, birbirinin üzerine bağırarak yürüyen koca koca insanların, öfkeli çılgınlığını, hangi neden bağışlatabilir?
Hızla, kontrolsüz ve düşüncesizce yapılan her hareket, karşımızdaki insanın canını acıtacağı gibi, sorunu büyütmekten başka bir işe de yaramaz. Benim zihnimde canlandırıp, öfkemi zararsızca boşaltıp sakince konuşmaya başladığım sahne, gerçeğe dönüşürse, yani sözel ya da fiziksel şiddete başvurulursa, şaşkın bir ifade ile kurtulamaz karşınızdaki. Canı yanar ya da onuru zedelenir. O da yürür üstünüze. Sözle ya da bedeniyle. Güçsüz olduğu için, karşınızda zayıf kaldığı için sustuğunda da, kinin o nar tanesinden tatlı tadı kalır ağzında. Ve o ya da bu biçimde, içirir size öfkeyle renklendirip tatlandırdığı nar şerbetini. Belki hiçbir suçu olmayan başka insanlara da.
Sonuçta, düşündüklerimiz ya da hissettiklerimiz için kendimizi suçlamamalı ya da başkasının suçlamasına izin vermemeli, öfke, kızgınlık, kin, nefret gibi olumsuz duyguları bile, dile getirmekten kaçınmamalıyız. Sadece “insanca”, insana yaraşır biçimde olmasına, karşımızdakinin de “insan” olduğunu unutmamaya dikkat etmeliyiz.