Anne ve babamın evinde, annemin yattığı tarafın baş ucunda bir yazı vardır: ‘Yaşamın kendisi bir hediyedir.’
Kargalarla bile konuşan ve onları besleyen bir annenin kızı olarak baş ucu yazısının düşündürdükleri ile kararlarım ve süreğen öğrenme/ gelişme/ iyileştirme çabamın (özellikle) kimlik karşılığı olan psikolog yanımı birleştirerek sesleniyorum bugün sizlere. Babamdan aldığım şiire tutkun yanımla birlikte:
Gök Öyle Mavi…
Gök öyle mavi, öyle durgun,
Damlar üzerinde!
Yeşil bir dal sallana dursun
Damlar üzerinde!
Ürpertip gökyüzünü birden,
Bir çan tın tın eder.
Bir kuştur şu ağaçta öten;
Türküsünü söyler.
İşte Hayat! Aç gözünü gör;
Bak ne kadar sade.
Her günkü sakin gürültüdür,
Şehirden gelmekte.
Ey sen ki durmadan ağlarsın,
Döversin dizini;
Gel söyle bakalım ne yaptın,
Nettin gençliğini?
1844- 1896 Fransız şair Paul Verlaine. (Maalesef çevirisini kimin yaptığını tam olarak hatırlayamıyorum, aklımda kaldığı kadarıyla Melih Cevdet Anday- Sabahattin Eyuboğlu olabilir ya da Cahit Sıtkı Tarancı, ama emin değilim.)
Hayat bize ne yaşatırsa yaşatsın, duygularımız kim/kimlerde ve nerelerde salınırsa salınsın, gök rengi mavi de olsa kara da birey olarak yaşadığımızın ve böylesi bir anın tekrarının söz konusu olmadığı bilincinde olduğumuz sürece, yeşil taze dallar çiçekler tomurcuklanır yaşamın devamında ve her alanında.
Ve neyi kaybetmiş olursak olalım; insan, fırsat ya da gençlik denilen şeyin, yaştan ve ‘an’dan bağımsız olduğunu bilerek, ‘keşke’lerle dövmemek için dizimizi her anı bayram havasında değilse de, farkındalıkla kucaklayacak denli basitleştirip hayatı olgunlaştırmalı ruhu…