İlk kez 1999 yılında Milliyet Gazetesi için yazdığım bir yazıyı güncelleyerek paylaşmak istiyorum bugün.
Tıpkı kalabalık bir asansördeymişçesine birbirimize değmeden yaşıyoruz. Her birimiz kapıya doğru dönmüş, ellerini ya önünde birleştirmiş ya da iki yana sıkıca yapıştırmış, kimseye dokunmamaya ve dokunulmamaya çalışarak. Kat ışıklarını takip edip tek bir yöne bakarak ve her türlü iletişimin önüne baştan geçerek. Yalnız kaldığımız nadir anlarda aceleyle asansörün aynasında kendimize bakar gibi, arada bir içimizi yoklayarak ve her seferinde kendimizde bir şeyi beğenmeyerek, genellikle yok sayıp nadiren çaktırmadan düzeltmeye çalışarak.
Ve çalıyor tipik asansör müziği: Nınıııııı ‘Yalnızsın, ama korkma, kalabalığın arasındasın. Meraklanma, herkes senin kadar yalnız. Endişelenme de kimse dokunmayacak sana. Diğerleri de senin kadar korkak.’ Nınıııınııııııııı…
Yalnız – Korkak/ Yalnızlık- Korkaklık
Ve her bu sözleri fısıldayan müziği duyduğumda isyan ediyorum. ‘Yalnızlık nedir? Yanında birinin olmaması mı yoksa seveninin olmaması mı? O halde an itibariyle yanında yöresinde kimse olmayanları yalnız diye tanımlamak akılsızlık. Korkak olmayan bir sürü insan da var! Yalnızlık ve korkaklık ile asansördeki küntlük arasında anlamlı bir ilişki olabilir mi? Asansörde, sokakta, arabada, metrobüste o anda yalnız ama medeni olmanın nesi yanlış? Yalnızlıkla, korunma duygusuyla ne ilgisi var ruhlarımızla birbirimize değmeden yaşamanın ve nezaketsizliğin?’
İçindeyken duyduğum tipik asansör müziğini, amaçlı bir düşünceyle zihnim dolu olmadığında sokaklarda yürürken de duyuyorum sanki: ‘Nınnnnnııııı… Ne çok insan mutsuz ne çok insan kendine dönük. Nınınııııı…’
‘Ben geldim. Beni dinler misin? Tanımaya çalışır mısın?’ diyecek cesareti bir yana bırakın, ne yazık ki çoğu insanda ‘Günaydın, İyi günler’ diyecek nezaket ve medeniyet de yok. Lafım özellikle onlara:
Aman diyeyim, gözlerinizi yana kaydırmayın. Dümdüz duygusuz bir ifadeyle sabitleyin bakışlarınızı. Asansör durunca da hızla hareket edip asansörden ayrılmak gibi sert, kararlı adımlarla yürüyün yolunuzda. Sanki çok önemli bir işiniz varmış, kime, nereye gideceğinizi biliyor ve yetişmeye çalışıyormuşsunuz gibi hareket edin hep emi?
Lafın özü ne asansör müziklerini severim ne de çoğu insanın asansörde- hayatta benimsediği birbirine değmeden yaşama tutumunu.
Tavşanlar ve Terapi Odası
Benim tavşanlarım vardır. Yok gerçek değil, beynimin içinde zıplayıp duran. Her biri farklı renkteki tavşanlar farklı düşünme biçimlerini sembolize eder. Yaramaz olan pembedir.
Oyun oynamak gelir bazen içimden. En çok da asansörlerde. Pembe tavşanım hınzır hınzır fısıldayıp zıp zıp zıplayarak yaramazlığa çağırır. Ve o yaramazlık dansına başladığında stop düğmesine kimseye çaktırmadan basmak, sonra da insanlarla konuşmaya başlamak düşüncesi uyanır zihnimde. Ya da yüzümdeki gülümsemeyle sokaklarda yürürken zamanına uygun olarak, karşılaştığım her insana ‘Günaydın, İyi akşamlar’ demek, hatır sormak isterim.
Ciddi lacivert tavşan girer o zaman devreye ve der ki; ‘Burası terapi odası değil. Tanımadığın sokakta- asansörde karşılaştığın insanlara sen hatır sorduğunda kendilerini en derin karanlık çukurda bile hissetseler; ya cevap vermeden üstelik de şaşırarak yollarına devam edecekler ya da tanıştığınızı zannederek ‘İyidir, senden n’aber?’ diyecekler. Bu yüzden sözler tıkanır boğazımda. İçtenlikli, yürekten selamlarım karşılıksız kalacak ya da ‘Hımmm hatır soruyor. Çıkarı ne?’ sorusu, endişesi uyandıracak diye.
İnsanca İletişim Kurmak
Sevgili çıkar düşkünleri, baştan itiraf edeyim tabii ki çıkarım var. Sizden de bana hatır sormanızı bekleyeceğim. Maskesiz, her şeyi söyleme zorunluluğu olmadan, ama söylenen her şeyin doğru olduğuna inanarak. Etkilemek, kendini daha iyi göstermek için veya ince hesap peşinde olduğu için değil de gerçekten öyle hissettiği, düşündüğü için sözlerin söylendiğini bilmeyi de istiyorum. Çıkarım bu işte! Kadın, erkek, çocuk gözetmeksizin, cinsel kimliklerimizden ve özelliklerimizden arınmış, sadece insanca iletişim kurmak. Gülümseme yaratırken, gülümseyebilmek. Zaten bu amaçla asansörde tanımadığım insanlarla mutlaka selamlaşır, sokakta gördüğüm her çalışana çöpçü beye, kağıtçı genç adama, güvenlik görevlisine selam verir, kolaylık dilerim.
Her zaman dediğim gibi, korkmayın yanlış insanlara rastlamaktan ve incitilmekten. Doğrusu ben de istemem canımın yanmasını sizler gibi. Yine de denemek, inanmak istiyorum, çünkü çok basit bir matematik hesabım var benim. Terapiye başvuran herkes; yalnızlıktan, iletişimsizlikten ve anlaşılamamaktan şikayetçi değil mi? Evet! İçerideki her bir başvuruya karşılık, dışarıda yüzlerce insan aynı şikayetlerden yakınmıyor mu? Yine evet! O zaman, on insandan iki tanesi ifade ettiğim biçimde yaklaşsa birbirine, medeniyet gelişecek, nezaketli iletişime geçilecek diye düşünüyorum.
O halde başlayalım mı, efendim:
‘Merhaba. Bugün nasılsınız?’
Haydi, ne duruyorsunuz? Siz de etrafınıza bakınıp, başlamak için uygun bir insan seçsenize.