Baş tacı yaparak ‘misafir’ kabul ettiğimi daha önceki yazımda anlattığım yaşlılarımızın bir lafı vardır: ‘Hayat bir sınavdır!’ Gerçeğe işaret etmesinin yanı sıra daha da anlam kazandı bu söz bugünlerde. Hayat, dünya tam bir sınava sokuyor bizi ve zorluyor.
Zor ve Zorluk
‘Zorluk’ kavramı değişir bireyden bireye. Aynı bireyde farklı zamanlarda neyin ‘zor’ olduğunun değişiklik göstermesi gibi. Genel geçer bir ifadelemeye gidecek olursam ‘olağan akışın ve becerilerin dışında, duygusal dengeyi zorlayan’ şeklinde tanımlayabilirim -bence- psikolojik açıdan zoru. Son yazımın konusu olan ‘gönüllü kahramanlar ve zoraki kahramanlar’ı ayrı tutarak ama onların da kendilerinden paydalar bulabileceği şekilde:
* Çoğunluğa zor gelenler, neden bazı insanlara zor gelmez?
*Zorda dayanmak ile sağlıklı kendine güven arasındaki bağ nedir?
*Zor, dayanıklılık ve hayatın anlamı arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? sorularına cevap vermeye çalışacağım bugün.
Tercih, karar alma, sorumluluk, vicdan, değerler, özgünlük, özgürlük, geçmişe yönelik suçlayıcılıktan uzaklık ve zaten zorları aşarak ‘an’a gelmiş olma, bireyin kendine güvenini sağladığı gibi zorluklar karşısındaki dayanıklılığını da yükseltir doğal olarak. Ve tüm bunlar arasındaki ‘bütünlük duygusu’ bireyin kendini tanımlamasına neden olduğu gibi diğerleri tarafından tanınıp/ tanımlanmasına da etki eder.
Bütünlük Duygusu ve Hayatın Anlamı
Hayatın bir anlamının olması gerekliliği abartılı bir gerçek ya da entelektüel bir şımarıklık, ‘tuzu kuru’ olanlara özgü bir lüks değildir. Derin ve kendini görecek farkındalığı yüksek, bütünlüğe ulaşma arzu ve çabasında, sürdürme kararlılığındaki her bir birey için ‘hayatın anlamı’ olmalıdır.
Hayatın anlamı kişiye özgüdür. Başkalarıyla paylaşılan kısımları ya da anlam benzerlikleri olsa da kişisel hatta ‘özgün’dür. Bu nedenledir ki birey en sevdiklerinden uzak düşse, konfor alanının tamamen dışına çıksa ve hatta hayatı sürdürmekte zorlansa bile bir ‘anlam’ı varsa hayatının, direnir yaşamak için! Sadece yaşamak için direnmekle de kalmaz. Koşullar neye izin veriyorsa bir şey yaratır. İçinde resim yapma arzusu varsa malzemesi yoksa çubukla toprağa/ kuma resim çizer. Sınırlı özgürlükle evde spor yapmayı, pişirmeyi, tek başına kalmayı ya da tam tersine kalabalıkla yaşamayı öğrenir ve yaratır. Çünkü insanın hayatının anlamlı olması mutlaka ama mutlaka yaratmasıyla bağlantılıdır.
Yaratıcılık ve Hayatın Anlamı
Herkes çizemez, pişiremez, dans edemez hatta sıradan bir müzik kulağından bile yoksun olabilir. Yani yaratıcılık için sanat şart değildir! Ama mutlaka her insanın iyi olduğu bir konu vardır. Örneğin insan ilişkilerinde iyidir. Varlığıyla, dinlemesiyle, çıkarsız ilişkiye geçişiyle dokunur diğerlerinin hayatlarına. Yaratıcılığı insan ilişkilerindedir bu yapıdaki bireylerin. Bu nedenle matematik dehası olmasına ya da yarattığının sanatla ilişkili olmasına gerek yoktur.
Bir şey yaratarak hayatı anlamlı hale getirmenin yanı sıra acıya karşı aldığı tutumla da diğerlerine iyi gelmek ve model olmak da hayatın anlamlarından birini oluşturur. Derin ilişkiler kurabilmek gibi, kocaman sarılabilmek gibi.
Yani yaratarak, acıya/ zora karşı alınan tutumla ve de manevi yanı ağır basan (din ve/veya dinler dışı erdemlerden hareketle) ilişkiler kurma bireye hem bütünlük verir hem de hayatı anlamlı hale gelir. Hemen eklemeliyim kalıcı olan her şey gibi, hayatın anlamı da kendiliğinden gelmez. Durup düşünerek, okuyarak, kendini keşfederek, gözleyerek, bağlar kurarak, bu konuda daha ilerlemenin yollarını arayarak, odaklı ve amaçlı çabayla gelir.
Lafın özü hanımlar beyler; hayatın anlamı, bireyin ulaşabileceği en büyük zenginliktir. Çünkü ne eve kapanmak ne gönüllü ya da zoraki kahraman olmak ne attan inip eşeğe binmek, ne de sevilenden ayrı düşmek bireye özgü ve özgün hayatın anlamını alamaz, çalamaz!