Bebek beyni anne rahminden düştüğü 8.günden itibaren doğana dek gelişir. Buna rağmen ‘ne yapacağını bilmeden dünyaya gelen tek organ ‘beyin’dir. Ve yeni doğmuş bebek bile dokunulduğunda korunduğunu anlar. Şefkat, sevgi geçer kucaklanan bebeğe. Ne işe yarayacağını bilmeyen bebek beyni ailesinden/ sosyal çevresinden öğrenecekleriyle yani uyaranlara bağlı olarak milyarca olan beyin sinir hücresiyle bağlantılar kurarak ne işe yaradığını öğrenir. Öğrenmesi için de dokunulması şarttır!
Yetişkin Yaşamda Dokunmanın Gücü
Dokunarak pek çok duyguyu aktarırız, anlarız. Bebeklikten yetişkinliğe yol aldıkça dokunmalar arasındaki farkı fark ederiz. Hatta beyin samimiyetle yapmacıklığı ayırt eder hale gelir. Örneğin; karşılaşma esnasında tokalaşma şekline bakarak karşımızdakinin kendine güvenip güvenmediğini anlarız. Kolumuza güçlü ama sakince dokunulmasının ‘aynıyız/ beraberiz’ dediğini anlamamız gibi. Öyle ki konuya ilişkin yapılan kimi araştırmalar dokunulan kişi dokunanı görmese bile kendisine hangi duyguyla dokunulduğunu anlayabildiğini, sevgi/ nefret/ güven/ korku gibi duyguları ayırt edebildiğini göstermektedir. Gözlerimiz açık hatta gereğinden fazla açık olduğu sinirlendiğimiz anlarda da her birimizi sakinleştiren bir dokunuş şekli vardır. Sessizce sarılmak, elini tutmak, sırtını okşamak, kolunu sıvazlamak vb…
Korona Günleri ve Dokunmanın Gücü ile Dokunulmamanın Etkileri
Bilim bir şekilde koronanın da üstesinden gelecektir. Ancak bu gerçekleşene dek yalnız yaşayanlar ve birlikte yaşayanlar için dokunmanın gücü ile dokunulmamanın etkilerine baktığımızda kalıcı etkiler yaratma ihtimalinden söz etmek gerekir. Neden mi?
Topraklarımız sıcaktır. İnsanımız da. Biz sarılmayı severiz, kuvvetlice yanaktan öpmeyi. Tokalaşmayı. Pazarlıklar tokalaşmayla sonuçlanır bizde. İlişkiler öpüşle başlar, sarılarak zenginleşir. Düğünlerde kol kola girer halay çekeriz, ölümlerde sarılıp birbirimizin sırtına vururuz kuvvetlice. Batı dünyasından farklıyız özellikle dokunma ve dokunmaya atfettiğimiz güçanlamında. Bu nedenle karantina nedeniyle evde kalan birden çok ev üyesi arasında dokunsal ilişkiler varsa bu günlerin daha kolay geçeceğini, sabrın, toleransın, umudun ve gülüşün çoğalacağını söylesem size ne dersiniz? Cinsellikten bahsetmiyorum. Yazının konusu cinsel arzunun dışındaki dokunmalar. Öyle gece yatarken alışkanlıkla kondurulan öpücükten de bahsetmiyorum. Şöyle derin, öptüğünün kokusunun dokusunun farkında öpüşlerden dokunmalardan söz ediyorum. ‘Değerli hissetmek’ ve ‘değerini takdir etme’nin yaşatacağı duygulardan bahsediyorum. Varlığı için şükrettiğini ve bugünlerin birlikte daha kolay geçileceğinin bilincinde olan dokunuşların dile getireceklerine dikkatinizi çekiyorum. Elbette evde ev halkıyla birlikte olanlar için geçerli dokunmanın gücü.
Sevdiğinden şu ya da bu nedenle ayrı düşenler var ki onları anmadan olmaz. İster ilişki oturmadan, güven duygusu yerleşmeden ayrı düşenler olsun isterse güvenin ve tamamlanmışlık duygusunun yerleştiği ilişkiler. Ah o ayrılık yok mu ayrılık? Dokunmamak, dokunulmamak. Sarılamamak, kucağına alamamak, koklayamamak…Bu günler bittiğinde yaşanacak dokunmanın gücüne sığınmak hayallerinde.
Ya yalnızlar? Evde evcil hayvanı da olmayanlar? Onlar ne hissediyordur sizce? Yalnızlık kimileri için tercihken kimileri için katlanılmak zorunda olunan ve bir an önce kurtulunması gereken bir durumdur. Tercihe bağlı olmayan yalnızlıklar için daha da zordur dokunulmamak.
Ellerinizde eldivenler olduğunu düşünün. Kollarınızın gövdenize bitişik olduğunu. Sonra da dünyayı nasıl algılayacağınızı, ne hissedeceğinizi. Hayal edebildiniz mi? Koskoca bir boşluğu kucaklamak gibi geliyor size de öyle değil mi? Doğduğu andan beri dokunularak sevildiğini öğrenen insan, karantina da dokunulmadan böyle hisseder işte. Sıradan gündelik tokalaşmalar yok. Arkadaşlarla, aileyle, dostlarla kucaklaşmalar yok. Kol kola girip yürümek yok, dans yok. Lafın özü varlığını hissetmesini sağlayacak hiçbir temas yok. Uyaran çokluğu nasıl ki bebek beynini işliyor ve geliştiriyor ise dokunmak ve dokunulmak da öyle işliyor işte insan ruhuna. Dokunacağı olmamak ve dokunulmamak da yoksullaştırıyor insan ruhunu.
Bu günler bittiğinde uzun süre halay çekemeyeceğiz düğünlerde, dans edemeyeceğimiz. Özlemle sarılamayacağız birbirimize. Tokalaşmalarda ilk ipuçlarını yakalama da hayal oldu bir süre daha. Ama hiç olmazsa risk azalacak, aşı çalışmaları hızlanacak. Hayat görece normalleşecek. O günler gelene dek uzaktakileri sesimizle, kaybettiklerimizi ruhumuzla, evde birlikte olduklarımızı ise dokunarak sımsıkı kucaklamaya ne dersiniz? Yalnızlar mı? Yalnızlar da kendini kucaklayacak! Kendine değer vererek. Bebeklikten ödünç aldığı beyninin her gün yaklaşık 85000 hücre kaybettiğini bilerek, öğrenmelerle yeni bağlantılarla beynini kucaklayacak. Kendine iyi bakacak. Ve bu günler geçecek…