Milliyet yıllarımda basılmış köşe yazılarımdan birine minicik değişiklik ve eklemelerle, o günkünden daha güçlü duygularla karşınızdayım bugün de.
Belki ısıdaki yüksekliğe uyum sağlamakta zorlandığım için belki de ‘Bu kadar da olmaz ki artık’ diye düşündüğümden kaba davranışlar iyice gözüme batar oldu bugünlerde.
İnsanlar bir âlem.
Birbirlerine hitap edişlerine bakıyorum.
‘N'aber ya?’; ‘İyidir valla, senden n’aber?’le güya, hatır sorarak başlayıp, gittikçe sığlaşan, karamsarlığın diz boyu olduğu sohbetler.
Sokakta burnunu karıştıran, elleriyle pantolonlarının önünü kaşıyan, bugünlerde bile tüküren erkekler.
Ailelerine, dostlarına, tanıdıklarına, ‘İyiler zaten ortada, önemli olan olumsuzları söylemek’ mantığıyla yaklaşan, eleştiren, hem de bunu yaparken kantarın topuzunu kaçırıp, kabalaşan bir iletişim biçimi.
Eğitimle de direkt bağlantısı yok kabalığın ve kabalaşmanın. Örnek mi buyurun: Sahilde koşacak kadar medeni ya hani, koşarken de maske takmaması gerekiyor ya medeni arkadaşın! Tanıdığıyla karşılaşıp kendisini korumak için araya mesafe koyunca siz ‘mecburen’ arada kalarak geçmek zorunda kalıyorsunuz. (Onda varsa) Covid19’un saçılması umurunda değil. Nasıl olsa kendisi güvenli mesafede, arada kalan kanser hastası mı, yaşlı mı ne umurunda değil. Fenerbahçe’de de durum böyle, Bebek’te de.
Gelişmişlik
Samimiyetle, düzeysizliği birbirine karıştırmalar. Saygısız oturuşlar, kaba davranışlar.
Güçlü olmayı, karşısındakini ezme olarak algılamalar.
Nazik konuşmaktan kaçınmada gösterilen özenin onda birini, kabalaşmaktan kaçınmada göstermemeyi bir başarı gibi algılamalar.
‘Ben böyleyim, işine gelirse’ye ulaşan tutumlar…
Hoyrat davranıyor çoğu insan etrafındakilere. Kabalaşıveriyor kolayca.
Güzellikleri yaratma çabasından uzak olduğu gibi, yok etmeye çalışıyor hani neredeyse.
Gelişmişlikten bahsediyoruz bir de!
Markalı giysiler giyerek, gözde yerlerde yemek yiyerek, üç günlük tatilde durum hiç de uygun değilken tatile giderek, büyük borçlar altına girerek bütçenin çok üstünde hayat standardını yükseltmeyi hedefleyerek yaşıyor toplumun önemli bir bölümü. Böylece gelişmiş/ ilerlemiş olduğunu sanıyor! Düşünceleri geliştirmek ve davranışlara yansıtmak için hiçbir şey yapmıyor çoğu insan.
Hep istiyor!
‘Hemen, burada, benim istediğim gibi olsun’ un Türkçe meali, ‘bencillik, özensizlik, saygısızlık ve kendini bilmezlik’ken, devam ediyor istemeye. Üstelik bununla da yetinmeyip, istediği gibi olmayanlar için söylenmeyi ve aslında zarar görüp zarar vermeyi sürdürüyor. Evini temiz tutarken kapısının önüne çöp bırakan mı istersiniz, maskeyi burnunun altında tutan mı, eldiveni/ anti bakteriyel olduğunu sandığı mendili sokağa atan mı?
Yeter artık!
Yabanıl kavimlerin bile sosyal yaşamlarına yönelik kuralları var. Biz, ‘gelişmekte’ olan bir ülkenin vatandaşlarıysak eğer zihinsel gelişmenin getirdiği değişimi yaşamak ve yaşatmak durumundayız. Gerçek gelişimin, zihinsel ve ruhsal yapılanmadan geçtiğini kabul etmeliyiz!
Her birimiz; kadın/erkek, çoluk çocuk, sahte nezaket gösterileriyle değil, hissederek, inanarak, birbirimizin üstüne titreyerek, hatalarımızı, kızgınlıklarımızı ya da tam tersine hoşnutluklarımızı Türkçeyi en güzel haliyle kullanarak ve davranışlarımızla vurgulayarak aktarmalıyız birbirinize.
Dile sahip çıkarak, nezaketin zayıflık olmadığını algılayarak, medeni olmanın/ gelişmişliğin ‘şey’lere sahip olmaktan geçmediğinin farkındalığında, çuvaldızı kendimiz batırarak bakmalıyız içimize ve hayata.
Dünyada yaşamaya devam edebilmek için diğer canlıların varlığına saygı duyarak, doğaya çocuğumuza davranır gibi davranmalıyız. Bugüne dek yeterince ders almadıysak hiç olmazsa covid-!9 sonrası her birimiz kendimize daha çok çeki düzen vermeliyiz. Öyle değil mi efendim?