Şimdilerde ne yazık ki yanlış şekilde tedbirsizce hızlanan sosyal hayat Covid-19’un başlangıcında ciddi biçimde sınırlamıştı. İnsanlar evlerindeydi. Zaten 30’lar ve 40’ların başındakilerde bir süredir gözlemlediğim ‘eski sevgili/ eski olasılıklar’ı sanal ortamda sosyal medyada arama/ iletişim başlatma/ ‘Acaba bu kez olur mu?’ ları sorgulama da karantinanın etkisiyle hız kazanmıştı.
Meslekte 32 yılı doldurmuşken, ‘eski defterlerden yarım kalmış/ yaşanamamış güzeli’ arama çabasını ve amacını terapilerini yaptığım danışanlarımda uzun süredir gözlemek, Milliyet’teki yayınlanmış köşe yazılarımdan birini daha hatırlattı. 1990ların başından bu yana Y/Z kuşaklarını yakından tanımış bir psikolog olarak ekler ve değişikliklerle yazıyı 21 yıl aradan sonra bloğa taşıyorum. Amacım; ‘kendilik/ cinsellik ve ilişki’ bağlamlarında kadının kendisine, erkeklerin kadına bakışını sorgulamak. Ve elbette ‘farkındalık’ yaratmak!
Temel Kadın Tipi: Yatılacak Kadın/ Evlenilecek Kadın
‘Yatılacak kadın ayrıdır, evlenilecek kadın ayrı.’ Benim gibi 1960’ların sonları 70’lerin başlarında doğmuşların çocukluğu bu sözlerle geçti. Şu anda onlu, yirmili yaşlarını sürenler, bu tanımı daha az duyduysalar da hiçbirimizin kulakları kurtulamadı benzeri cümlelerden. İster istemez, ama az ama çok etkilendik işittiklerimizden.
Kadınların çoğu, ‘evlenilecek kadın’ grubuna girmeye çabaladı. Erkekler de evlenilecek kadına ulaşmadan önce, diğerleriyle ‘gönlünü eğleyip, gözünü doyurmaya.’ Böyle öğretilmişti ve öğretilere karşı gelenlerin başına neler geldiğini biliniyordu ya, sıkı sıkı yapışıldı tanımlara.
Kızlar tazecik vücutları pırıltılar saçarak açarken ya ‘evleneceğim onunla’ diye, bilinçsizce kandırarak kendilerini küçük oyuncuklar oynadılar ya da bastırmaya çalıştılar isteklerini. Her iki durumda da karıştı kafaları. Erkeklerin çoğu ‘iyi aile kızlarından’ isteyemeyeceklerini öğrendiklerini, (şimdilerde maalesef kaşar/ motor gibi aşağılayıcı şekilde tanımlanan) kızlarla yaşadılar.
Sosyal Medya ve Kadın Tipi
Zamanla sosyal medya denilen yeni akım yönlendiriciden ‘bilgiler’ kaptılar! ‘Kızları baştan çıkartma yolları, erkeği elde tutma sırları’ konulu yazılar okudular.
Sosyal medyanın körüklediği kadın tipi çıktı ortaya: Hep bakımlı, zayıf ve kaç yaşında olursa olsun olduğundan daha genç gösteren, genellikle çalışan. (25 yaşın altında olup da daha olgun gözükme kaygısındakileri ayrı tutuyorum.) Böyle olunca evlenilecek kadın sınıfına girmeye aday olunuyordu. Aday evlilik için uygun kadın olmaya ulaşınca da bitmiyordu yapması gerekenler. Sadece şık, bakımlı, fit, çalışan olmak yetmiyordu. Evle ilgili üstlenilmesi gerekenler vardı. Haa bir de cinsellik…
Evli bile olsalar, çoğu kadın utandı kocasının karşısında soyunmaktan giysisiz kalmaktan. Soyunmayı becerenler de başlamayı/ başlatmayı beceremediler. Becerenlerin de çoğu başlatmanın ve zevk vermenin erkeğin sorumluluğunda olduğu duygusuyla ‘bekledi’ler. Üstelik bir kocanın karısından beklentileriyle, başka kadınlardan beklentileri farklı olacağından(!), uslu uslu görevlerini yerine getirdiler.
Erkekler için gizli bir kural işledi evlerde: ‘Karda yürü izini belli etme.’ Kimi kocalar kuralı yüzlerine gözlerine bulaştırsalar da çoğu erkek sosyal beklentiye/ gizli anlaşmaya uydu. Hem zaten çocuklar da olunca, iyice körelmişti tensel hayat. Sorumluluklar ağır bastı hayatta. Eğlenmek sınırlandı. Paylaşmak ‘görevler ya da aileye ilişkin ortak hedefler’le sınırlı kalınca azaldıkça azaldı tensel yaşam. Azalmakla kalsa iyi. Sıradanlaştı da!
‘40’tan sonra azanı teneşir paklayacağı’ için yahut kadınlar menopoza girince istekleri tükeneceği için, (böyle inandılar/ inandırıldılar) kardeş kardeş yattılar.
Erkekler belden aşağı küfrederek, kadınlar pembe/beyaz dizilerle beyinlerini uyuşturarak, toplu halde en çok cinsel içerikli fıkralara gülerek, cinsel enerjilerini boşaltmaya çalıştı.
Kalıplara uymayanları da taşa tutmayı unutmadılar elbette. Hatta en çok merak edilen, dedikodu yapılan konu bu oldu.
Sınırlandı en doğal, en güzel, en yalın yaşanabilecekler. En çok da kadınlar yara aldı; çünkü ‘erkeğin şanı’ndan sayılan, karısını ihmal etmedikten sonra olağan karşılanması gerekenler yüzünden, birçok kadın ‘yutma’ya ya da depresyona girmeye, panik atak yaşamaya itildi. Sınırlı sayıdaki kadın içinse (özellikle ekonomik olarak güçlülerse) durum farklılaştı.
Binlerce yıl önce toprağın işlenmeye başlamasıyla eve kapatılan kadın, dış dünyada yeterince var olamayınca, içe yöneldi. Erkeklerden daha çok düşünür oldu; duyguları, düşünceleri, benliğini, ilişkileri. Özellikle 21.yüz yıl da daha çok soru sormaya başladı beklentilerin ve öğretilerin dışına çıkarak:
‘Kadın neden uysal olmak zorunda? Alttan almak kadınlara mı düşer her durumda? Erkeğin kendisi için özgürlük olarak nitelendirdiklerini bir yana bırakın ‘kendine zaman ayırma’ bile kadın için neden bencillik ya da sorumsuzluk olarak nitelendiriliyor? Kadın duygusal ya da cinsel istekleri dile getirdiğinde anlayışsızlık mı ediyor? Erkeğin kendini gerçekleştirmek için yaptıklarını anlamayarak nankör durumuna mı düşüyor? Eş, anne olurken aynı anda neden kadın / insan olunmuyor? Beklentileri karşılamak için kurallara uymaya devam mı etmeli yoksa kişisel hedefleri ve beklentileri ile öğretiler arasında uyum kurmak mümkün mü?’ vb.
Ve bence görmezden gelinmeye çalışsa da fil kadar büyük bir soru var artık sahnede:
Kadının kendisine ve kadına; erkeğin kadına neden (genellikle) böyle baktığı tam anlaşılmadığı ve sağlıklı cevaplar bulunmadığı, bulunan cevaplar hayata geçirilmediği sürece, toplumsal gelişimi sağlamak mümkün mü sizce?