Mitolojiyi çok severim. Özellikle Yunan Mitolojisini. Merkezime Kleio* Yaşam Destek adını vermem de bundandır, her odasında tanrı ve tanrıça heykellerinin, mitolojik duvar panolarının olması da aynı nedenledir.
Freud, Jung, Bilinçaltı ve Arketipler
Freud ve Jung’un tıp teknolojisi henüz bu seviyeye gelmemişken işaret ettikleri gerçeklikteki zeka ve öngörüye hayranımdır. Düşünsenize 1900’lerin başlangıcında görüntüleme teknikleri yokken, bilinçaltı ve arketipler olarak adlandırdıklarıyla, aslında bugün beyinde görüntüleyebildiğimiz, amigdala ve hipokampusa işaret etmişler!
Amigdala, Hipokampus, Biyopsikososyal Yaklaşım ve Mitoloji
20 yaşında yeni mezun olmuş bir tıfıldım. Bir yandan hocam tarafından psikoterapim yapılırken bir yandan da ‘çocuğu tanıyarak yetişkini anlayabilirim’ mantığından hareketle, ana okulunda çalışmaya başlamıştım. Olağanüstü enerji sarf ettiğim bir zamandı. Haftada 5 gün 8.00- 17.00 arasında standart mesaide çalışıyor ve çocukları gözlüyordum. Çalışma saatlerim dışında ise hem test tekniklerini öğreniyor hem de psikoterapinin derinliklerinde yolculuk etmek üzere eğitiliyordum. Çok yorgun, çok uykusuz ama çok heyecanlı ve kararlıydım.
Uykumu günde dört buçuk saate indirdiğim günlerde bile vaz geçmedim mitolojiden. Üniversitede okurken sınavlara çalışmak için seçtiğim Arkeoloji Müzesi’ndeki taşlara sırtımı yaslamam gibidir dünden bugüne mitolojiye bakışım. ‘İlk insanları anlarsam, neokorteksten önce harekete geçen ilkel beyni, Freud ve Jung’ un işaret ettiği amigdala ve hipokampusu anlarım’ diye baktım hep. Ve aynı nedenle, bugünün en kabul gören biyopsikososyal yaklaşımı kullanırken içine hep bir tutam mitoloji ekledim.
Binlerce yıl geriden gelen mitolojinin ve 22 yıl evvel Milliyet’te yayınlanmış köşe yazımın geçerliliğini kaybetmeyişi açıkladığım nedenlere bağlıdır.
Buyurunuz bugünkü yazıya, mitoloji ile günümüz dünyasının birleşimine:
Psykhe ve Eros
Bir zamanlar kral çocuğu olan dört kız kardeş varmış. İçlerinde en güzel ve küçük olanın adı, Psykhe’miş. Öylesine kusursuzmuş ki kız, insanlar aşık olup seveceklerine, saygı ve incitme duygusu nedeniyle, uzaktan hayran hayran bakmakla yetinip, onun da bir insan olduğunu unuturlarmış.
Psykhe’nin kız kardeşleri de güzelmişler güzel olmasına da ya bir eksikleri ya fazlaları olduğundan, aşk duygusu da yaratıyorlarmış çevrelerinde ve günün birinde sevdikleriyle evlenmişler diğer dünyalılar gibi. Zavallı güzel kızsa, sadece güç almak için kendisine dokunan hayranlık besleyen insanlar arasında, yalnızlıktan yorulmuş, yaşayıp gidiyormuş.
Kıskanç Aphrodite
Tüm bunlar olurken, Tanrıça Aphrodite kıskanmış kızın güzelliğini. Hiçbir kabahati olmadığı halde kızmış bu denli hayranlık beslenen kıza. Cezalandırmaya karar vermiş. Eros’u çağırmış yanına, ‘güçlerini kullanıp, dünyanın en güzel kadınını, en çirkin en beceriksiz erkeğine aşık ederek, insanların gözünde komik duruma düşürmesini’ buyurmuş, fakat olaylar isteğinin dışında gelişmiş.
Tanrı Eros güzel kızı görünce, okunu kendine saplamışçasına aşkla dolmuş. İçindeki coşkuyu, özlemi nasıl anlatacağını bilemez olmuş. Sonunda kurnazlıkla, tehditle başka tanrıları da yanına çekerek bir plan kurmuş.
Plan gerçekleşince Psykhe, Eros’un sarayına gelmiş. İnanılmaz güzellikteki eşyalar ve lezzetli yiyecekler arasında dolanmış durmuş. Gün geceye ulaştığında bir kanepede uyuya kalmış. İşte o zaman saklandığı yerden çıkıp gelen Eros, kızı sevmeye başlamış. O güne dek bilmediği dokunuşların, tatmadığı duyguların heyecanıyla uyanan kıza:
- ‘Ben senin kocanım. Gündüzleri gönlünce zaman geçir. Her gece geç saatlerde yanına gelecek ve seni seveceğim, ama hiçbir zaman beni göremeyeceksin’ demiş.
Aşk ateşiyle yanan kız, düşünmeden söylenenleri kabul etmiş. Günler geçip de gündüzleri tek başına ruhu kararmaya, yüzü solmaya başlayınca:
-‘Gözlerimi açmayayım, ama gel gündüzleri de seninle olayım. Varlığını sürekli hissetmeden seni yaşamıyor, eksik kalıyor, mutlu olamıyorum. Sadece sevişmek yetmiyor’ demiş.
Eros teklifi kabul etmese de sevdiği kadının mutsuzluğuna dayanamayarak, gündüzleri kız kardeşlerinin saraya gelip, onu oyalamasına izin vermiş.
Psykhe hemen kardeşlerine haber salmış. Evli ve görünür ilişkiler yaşayan kız kardeşler koşarak Psykhe’nin yaşadığı saraya gelmişler.
Sarayda dört kız kardeş bol bol zaman geçirmişler, yemişler, içmişler, sarayın imkanlarını kullanıp güzelliklerin tadını çıkarmışlar. Kız kardeşlerin ruhunu kıskançlık, akıllarını kötülük kaplayıncaya dek bir sorun çıkmamış. Bencillikten uzak, zaten sevdiğinin gizlediklerinden ve paylaşmadıklarından sancılı, ilişkisini görünür kılamayan güzel kadın, sonunda kız kardeşlerinin oyununa gelmiş. Sevdiği erkeğin yüzünü görmeye karar vermiş. Gece tutkulu dokunuşların, sevgi sözcüklerinin ardından Eros uyuyunca, yağ lambasını yakmış. Görmeden aşık olduğu, insan olmanın farklılığını ve tadını kendine yaşatan erkeğin yüzünü sevgiyle seyrederken, Eros uyanmış ve kaçıp gitmiş.
O günden sonra Psykhe her yerde Eros’u aramış. Efsaneye göre hala aramaya devam ediyormuş.
Bu öykü niye?
Tanrıların aşkları da bizden farklı değil. Hayran olunma, saygı duyulma yetmez hiçbir kadına ya da erkeğe. Sadece belli zaman dilimlerini ve yaşam parçacıklarını paylaşmak da. Kendini kapamak, gizli tutmak, özensizliği ve ilgisizliği zamana ve koşullara bağlamak, diğer tüm ihtiyaçlar mükemmel karşılansa bile, doyurmaz aşk dolu yüreği, çünkü paylaşıldıkça artar mutluluklar, azalır üzüntüler. Ancak böyle büyür, beslenir aşık ruhlar ve eğer tanrı kurnazlığı, aklı yetmemişse bunlardan uzak bir sevgiyi sürdürmeye, bizim gücümüz hiç yetmez!
(Kleio Yunan Mitolojisindeki İlham perilerinden birinin adıdır. Elinde tuttuğu kağıtlar ve defterle, tarihe ışık tutar -ve bence müzik aletiyle de tarihi yazarken yaşamın ritmini üfler:)-