Vermenin sınırı var mıdır sizce? Haydi soruyu daha açık hale getireyim. ‘Çok verdiğim için, vermemin sınırı olmadığı için kullanıyorum, strese maruz kalıyorum. Vermemek gerek!’ diyenler ellerini kaldırsın. ‘Sevmek, vermektir. Vermenin sınırı olmaz!’ diyenler diğer tarafta ellerini kaldırsın. Ben, daha doğrusu mensubu olduğum psikoloji bilimi, psikolojik sağlıklılık açısından tam ikisinin ortasındaki noktayı işaret etmektedir.
Psikolojik Sağlıklılık Açısından Vermenin Sınırı
Psikolojik sağlıklılık açısından vermenin sınırı; kendini yok etmeden, diğerleri için bir şeyler yapmaktan geçer. Elbette olağan koşullarda. Olağan olmayan koşullar neler midir? Örneğin Çanakkale’de öleceğini bilerek, yani kendisini yok edeceğinin farkındalığında Gazi Mustafa Kemal’in emirlerini uygulayan askerler ve subaylar için durum olağan olmayan koşullardaki sınırsız vermeyi işaret eder.
Tıpkı çocuğu için böbreğini vermenin olağan olmayan koşullara işaret etmesi gibi. Kendisi kızarttığı balığı koklayarak ekmek yerken, evladına balık pişirmekte olduğu gibi…
Peki, olağan koşullarda çocuğu için kendinden vaz geçmek, sınırları yok eden bir vericiliğe ulaşmak psikolojik açıdan sağlıklı mıdır? Hayır, değildir! Oyuncak, oyun gibi istekleri karşılamak için abartılı vericiliğe girmek ebeveyn için de çocuk için de sağlıksızdır. Niye mi? Kendine güvenli ve mutlu çocuklar hak etmeyi, sabretmeyi, beklemeyi, yani sınırları olmayı öğrenir de ondan. Eğer ebeveyn sınırsızca çocuğunun isteklerini karşılarsa, çocuk bunları nasıl öğrenecek? Elbette iyi eğitim için vericiliğin sınırı olmamalı, ebeveyn maksimum seviyede koşullarını zorlamalı. Zamanını, enerjisini, dikkatini, desteğini vermeli, ama giysi gibi kırı vırı şeyler için, hayır! Neden mi? Şimdi oyunları oyuncakları sınırlamadan verdiniz diyelim. Maddi koşullarınız da yeterli. Yaşı gelince altına arabayı da çektiniz altına. Eee, âşık olduğu kişi onu istemeyince ne yapacaksınız? Gecikmiş kızamık etkisi yaratmayınız lütfen. Küçük yaşlarda geçirilen kızamığın çok daha düşük tehlikeli olması gibi, ‘istekleri için ‘hak etme- bekleme- sabretme’ üçgenin de yaşamayı öğrenmek, ileri yaşlarda yaşanacağı kesin olan hayal kırıklıklarının ve etkilerinin şiddetini azaltır.
Lafın özü hem kendiniz hem de çocuğunuzun psikolojik sağlığı açısından vericiliğinizi sınırlamalısınız.
Yetişkin İlişkilerinde Vermenin Sınırları
Erkekler kahramanlık yapmaya teşvik edilerek yetiştirildi. (Bu dönemde 18’i aşmamışlardan bahsetmiyorum. Daha büyüklerden özellikle 30’ları aşmışlardan bahsediyorum) Sorunları çözmek, erkekçe duygularını bastırmak ve sevdikleri kadına sınırsızca vermeyi kahramanlaştırarak büyütüldüler. Kadınlar da (yine aynı yaş sınırları içerisinde) acıya dayanmak, sevgiyi ve şefkati sınırsızca vermek üzere yetiştirildi.
Oysa yetişkin ilişkilerinde de vermenin sınırı vardır! Tanıyıncaya, ilişki zevkle geçirilen zamandan öte olmaya geçince, almanın kıymetini bildiğini gördükçe ve kendisi de gösterdikçe daha kocaman vermelere yönelmelidir sağlıklı yetişkin. Aksi durum yani; ‘Ben böyle seviyorum! Âşık olunca vermenin sınırı yoktur!’ diye düşündükçe ruhunun, anlaşılmamanın ve takdir edilmemenin mutsuzluğuna sarınması kaçınılmazdır. Sonra da gelsin aşk ilişkilerinde diğerlerini kötülemeye yönelik genellemeler, vermeyi durdurmamanın getirdiği kendini saygıyı yitirmeler. Eh devamında da kaçınılmaz olan depresyon, panik atak, yeme bozukluğu gibi psikolojik hastalıklar. Hatta reflü, migren, şeker hastalığı gibi psikolojinin tetikleyici ve ilerletici olduğu organik hastalıklar.
Sonuç olarak; sevdiğiniz kim olursa olsun, ne kadar severseniz sevin, er ya da geç aldıklarınıza karşılık verdiklerinizi tartacağınızdan ya da tartmadığınızdan hastalanmanız kaçınılmaz olacağından, tüm ilişkilerde vermenin sınırı olmalıdır! (Elbette alış ve verişlerde duruma-yaşa- ilişkinin cinsine bağlı olarak- bütüne ilişkin bir çeşit denklik de.)