Belirsizlik ve kaygılarla başa çıkamayan insanların ‘net/ önceden tanımlanmış ve değişmeyen’ kurallara ihtiyaç duyduğu düşünülür. Doğru bir yanı vardır bu düşüncenin. Evet, belirsizlikle kaygılarla başa çıkamayan kimi insanlar, rutinler dizininde, sürprize yer bırakmayacak şekilde bir yaşama yönelirler. Ama; hem belirsizlik ve kaygıyla başa çıkamıyor hem de rutinden canı sıkılıyor ve hatta ‘yaşamıyormuş’ gibi hissediyor, daha da ötesi ‘rutini ölümle eş tutuyorsa’, hangi yolu tercih eder dersiniz? Şaşırmaya hazır mısınız?
‘Kısaca ve özetle’ kumar başlığı altında toplanabilecek her türlü oyun, hatta kimilerine göre borsada oynama bile belirsizlikle kaygılarla başa çıkmak için kullanılan yöntemlerden biridir’ desem:)
Hastalık Hastası/ Hastalanma Kaygısı
Nasıl mı? Diyelim ki eski deyimle ‘hastalık hastalığınız’ var ya da yeni tanımla hastalanma kaygınız. Bin türlü ihtimal vardır değil mi? Kanser, böbrek yetmezliği, kalp krizi, hatta covid-19’dan önce bile ‘aptal’ bir gripten ölme kaygısını taşıyabilir kaygılı birey.
Hastalanma kaygısına sahip bir birey:
1-Hastalanma, ölüm korkusu ile riskleri minimize etmek için sınırlarla hayatını iyice kısıtlar.
2-Adı değişen hastalıklarla, doktor doktor gezer, hasta olmadığına ikna edilmeyi bekler. Özelindeki insanlardan da bu doğrultuda usandırıcı destek talep eder.
3-Bizlerden birine gider. Ya ilaç da alarak ya da sadece psikoterapi aracılığıyla kaygılarıyla yüzleşip çözmeye çalışır.
4-Oyun oynar.
Oyun, Kaygılı Birey ve Benlik
Macar psikolog Mihaly Csikszentmihalyi'nin dediği gibi; kaygılı birey kadim kültüre dayanan toplar ve oyunlar aracılığıyla benliğini kaybetmeye/ unutmaya çalışır. Kuralları, zamanı sınırlı ‘oyun içerisinde’ belirsizlik yoktur. Kazanılır ya da kaybedilir. En kötü kafa kafaya gelinir. Kişisel kaygı alanlarının genişliği, olasılıkların çokluğu düşünüldüğünde; oyunda kaybetmek bile net, belirsizlikten uzak bir sonuçtur. Oyun oynanan zaman içerisinde hissedilen heyecan da cabası! Can sıkıntısında uzak, riskleri ve sonucu tanımlı bir durumun içerisinde olarak ‘yaşadığını hissetmek’, tüm dikkatini diğer kaygılardan ve olasılıklardan uzak tek bir şeye toplamak ve ‘akış’ içerisinde kaybolup gitmek. Buyurun size kaygıyla başa çıkma yollarından biri.
Bu nedenle aşka kapılıp giden ya da varlığının önemi bir bölümünü/tamamını adı ne olursa olsun bir ‘şey’e akıtan/ yatıran, insanları gördüğümde Csikzentmihalyi (Çiksentmihay diye okunuyor) gelir aklıma.
Yasak ve Yasaklı Kitaplar, Anna Karenina
Anna Karenina’yı ilk okuduğumda sanırım 14 yaşındaydım. Evimizdeki kütüphanede benim ‘henüz’ anlamaya hazır olmadığım düşünülen ve yasaklı kitapların durduğu en üst üç raftan birindeydi Tolstoy’un bu eseri. (Şimdiki haliyle cep kitaba dönüştürülmüş kitaplardan bahsetmiyorum. Binden fazla sayfalı hatta birkaç cilt halinde yayımlanan upuzun kitapların da olduğu raflardı.) Yasaklı kitaplar; Rus ve Dünya Edebiyatı’nın bütün isimleri, Orhan Veli’ler, Nazım Hikmet’ler ve benzeriydi.
İlk kez, kardeşim uyuyup, annem ve babam yattıktan sonra gizlice gidip yasaklı raflardan bir kitabı seçip, yatağıma dönüp ‘oyun oynamanın heyecanıyla’ okumuştum Anna’nın başına gelenleri. Okumamın niye yasaklandığını anlamadığım kitaplardandı. Tıpkı sonunun ne olacağı belli aşka kendisini kaptıran Anna’nın seçim ve kararlarını anlamamam gibi. Oysa 8 yaşında okumama izin verilen Son Mohikan’da ise Uncas ve Cora’nın aşklarına sessizce ağladığımı ve kararlarına katıldığımı hatırlıyorum. Anna Karenina’nın son sayfasını okuyup bitirdiğimde, ‘Bu büyükler tuhaf’ diye düşündüğümü de hatırlıyorum. Anna’nın Aleksei’ye neden aşık olduğunu anlamamıştım, ama ‘okuma yasağı getirilen’ her kitabın aslında anlamlı bir kurala dayanmadığını anlamıştım. Dostoyevski’nin İvanaviç’ini okutmamalarını anlıyordum da Anna’yı yasaklamak ne alakaydı şimdi? Gerçi bin yıl öncesiydi ve kurallar, ahlak anlayışı her şey farklıydı. Düşünsenize Anna’yı okumayı yasakladığınız biricik kızınız 1 yıl sonra üniversiteye başlıyor ve baba olarak ‘ilaç atılan gazozlara’ karşı en kıymetlinizi uyarıyorsunuz:)
O üst 3 raf, çok gecemi uykusuz bıraktı. Oynadığım oyunla, yakalanma heyecanı ile ebeveyni uyutup kütüphaneden kitap yürütüp kısık ışıkta okurken aldığım hazzı, yetişkin yaşamda okuduğum çok az kitapta tattığımı itiraf etmeliyim. Anna Karenina’yı 14 yaş için yasaklamış, ama kendileri aşık olarak evlenmiş ve aşk öykülerine her gün tanıklık ettiğim annem ve babam, beni ‘gizlice okumaya tahrik mi etmeye çalıştılar’, diye sonradan çok düşündüğümü de söylemeliyim.
Çok dağıldığımı sananlar yanılıyor efendim. Konuyu daha sıradan bir dile ve gündelik hayata çektikten sonra tüm ilmikleri bağlayacağım birbirine.
Olağan konularda ve seviyede kaygıları olanlar; benliklerini kaybetmeye, kaygılardan korkup kaçıp kurtulmaya çalışmazlar. Üstüne gider, çözer ya da çözemez tekrar dener, olmazsa yardım alır ve ilerlerler. Olağanın üstündeki seviyede ya da alanda kaygıları olanlarsa, kaçıp kurtulmak ister. Aşka, oyuna, kumara, hastalanma kaygısına, adı değişse de bir şeye saplanıp kalırlar. Böylece benliklerini kaybedip, yaşadıklarını hissedip, kaygıları unutup ‘var olduklarını’ sanırlar.
Sonuç; sağlıklı bilinç ve psikoloji merak eder. Öğrendiği her yeni bilgi oyunun bir hamlesi gibi gelir ve zevk alır. Kimi bilgiler şaşırtıcı zamanda gelen bir galibiyet gibidir, kimileri şanlı bir yenilgi. Bazen de yenilmenin getirdiği ders çıkarma duygusu. Yaşamdan zevk mi almak istiyorsunuz? Merak edin ve merak ettiklerinizi öğrenmeye çalışın? Çocuğunuz mu var? Zekasını geliştirmek ve kendisine güven duymasını mı sağlamak istiyorsunuz? Yine merak ettirin. Merakı ve öğrenmeyi destekleyici oyunlar oynayın, yaratın, yaratmasına olanak tanıyın. Hasta mısınız? Psikolojik kaygılarınız, takıntılarınız mı var? Tedavi olmaya karar verin, olun ve enerjinizi oyun oynamaya, merak etmeye ve yaşamı hissetmeye ayırın. Çünkü ‘sağlıklı’ şeklide yaşamak, aşık olmak, merak etmek, öğrenmek çok güzel!