Şöyle bir kısacık, can alıcı soruyu sorduğum yerden başlayarak hatırlayarak devam edelim.
Peki yok mudur, ‘ben’in ya da ‘can’ın acısını azaltacak sağlıklı/ kalıcı bir çözüm?
Var!
Acıyı kabul etmek, ama acıyı azaltacak yollara başvurmaktan da kaçınmamak.
Üretmek, ürettiğini paylaşırken varlığını anlamlı kılmak, acıyı azaltmanın hatta yok etmenin tek yolu bana göre.
Acıdan Kurtulmak İçin Leonardo ya da Mozart Olmasanız da Üretmek
Örneklerle savıma açıklık getireyim:
Yakışıklı, insanları konuşmalarıyla etkisi altına alabilecek güçte, nazik ve yaşamın tadını çıkartabilen Leonardo da Vinci, ilk sanatçımız olsun.
Rahat koşullara sahip Milano’daki yaşamını bırakıp Fransa’da, zorluklarla dolu günlere geçiş yaparken, sanattan bilime doğru bir yöneliş süreci de çıkmış ortaya.
Tozla uğraştığı, çekiç sesine dayanmak zorunda olduğu için heykeltıraşlığa bile bir çeşit küçümsemeyle bakan Leonardo, bilimle ilgilendiği için arkadaşları tarafından ‘garip’likle nitelendirilip horlanırken, araştırmaları yüzünden ‘büyücülükle’ suçlanırken, maddi yoksulluğun ve manevi yoksunlukların acısını çekmemiş midir sizce?
Var oluş amacını değiştirerek, yapmak istediği bilimsel araştırmalara yönelirken, imkanlar sunuldu mu ki önüne?
Acı, İçgüdü ve Sanat
Biraz daha bilimsel yaklaşıp ‘’Acı kötü müdür? Acıdan nasıl kurtulunur?’’ sorularına açıklık getirelim:
İçgüdü: Refleksten daha karmaşık, ama sonuçta bir tür uyarıya, devamlı olarak aynı şekilde tepki verebilme yeteneğidir. İçgüdüler bir ihtiyaca bağlı olarak kendini hissettirir ve bir çeşit baskı ve gerilim yaratır. Organizmanın baskıdan kurtulması ve doyuma ulaşıp rahatlayabilmesi, yani acıdan kurtulabilmesi için harekete geçmesi kaçınılmaz bir durumdur.
Temelde iki içgüdü vardır:
-Eros: Yaşam
-Tanatos: Ölüm
Erosu, sadece cinsel dürtüler ve seksle açıklamak doğru ve yeterli olmaz. Hayatı devam ettirmeye, varlığını sürdürmeye, dolaysıyla gerilim yaratan canı acıtan her şeyi sonlandırmaya yönelik her türlü durum/duygu/hareket, erosa ilişkindir. Hayatta kalma, değişen yaşam koşullarına uyum sağlama, eros sayesinde olur.
Otto Rank’ın dediği gibi, ‘Sanat, ölüm korkusundan kaynaklanır’ mı, bilmem.
Yaratıcılığın kalıcı bir iz bırakma ve yaşam içgüdüsünün doğurduğu bir çıkış noktası olup olmadığını kanıtlayacak veriler de yok elimde.
Bildiğim, yıllarca danışanlarımda deneyimlediğim, psikoterapi seanslarında açığa çıkarttığım; sanatla içimizdeki boşluğu doldurabileceğimiz, yaşamı daha anlamlı bir hale getirip tatmin olma duygusunu yaşayabileceğimiz, etkimizin sınırlı olduğu dış dünyayla uğraşmak yerine, tamamen iktidarımızda, bir ‘krallık’ kurabileceğimiz ve böylece acı da dahil tüm negatif duygularla başa çıkabileceğimiz.
Tıpkı maddi açıdan son derece sıkıntılı bir hayat yaşayan depresif Mozart’ın, neşeli mizahı besteler yapması gibi…
İçgüdüler, bedenin ruhsal yaşama yönelttiği isteklerdir.
Ve içgüdüler, amaçlarını değiştirebilir, birbirinin içine geçip, yeni güçler oluşturabilir.
Acı, Sosyal Ağlardan Takip ve Stalklama,
O zaman; acı/ nefret/ saldırganlık/ zarar verme arzusu için tek bir insanda/ durumda takılı kalacağımıza, sosyal ağlardan takip edip stalklayacağımıza, bahsi geçen olumsuz duyguları itici güç olarak kullanıp, biriktirmiş ve artmış enerjimizle, gerilimi, üzüntüyü yok edebilir ve doyuma ulaşarak, yeni bir denge yaratabiliriz.
Hem kim bilir, belki de eskisinden daha iyi bir ruhsal dengeye…
Üstelik bunun için resim, müzik, tasarım yeteneği de gerekmiyor mutlaka. Yaşamayı ve acıyla başa çıkmayı istemek ve eyleme geçmek yeterli geliyor çoğu keresinde.
Acıyı anlamlı hale getirmek!
Anahtar cümle bu!
Salya sümük ortalarda dolanmak, canımızın ne kadar yandığını ballandıra ballandıra anlatmak yerine, ne olursa olsun bir şey üretmek.
Acıyı İnsan Gibi Yaşamak
Örneğin;
Pilav yaparken içine farklı bir ot – baharat koymak;
Şehrin gezmediğimiz bölgelerini -Covid-19 koşullarına ve kurallarına çok dikkat ederek- gezmek;
İnsanlara, bakmadığımız bir açıdan bakmaya çalışmak;
Daha çok okumak, belki yazmak, boyamak, çizmek;
Kendimize daha çok değer vermek, hak edenlere hak edişlerine uygun olacak, yeni bir davranış modelini uygulamaya sokmak;
Çocuklara, hayvanlara, gezegene faydası hızla dokunacak eylemlere girişmek;
Başkalarının acılarına ortak olmak…
Yaşanan her neyse, onu, bütün duyu organlarıyla algılayacak, ruhuyla kavrayacak ve bedeniyle yansıtacak bütünlüğe ulaşmak!
İnsana yakışan ve yaraşan biçimiyle, acıyı bile ‘insan’ gibi yaşamak!
(Yazı; sadece Covid -19 ve stalklama eklenerek, 2002 de Remzi Kitabevi’nden çıkan Tırtıllara Özgürlük kitabımdan aktarılmıştır.)