Eskiçağ ’da yaklaşık MÖ47-16 yılları arasında yaşamış Propertius’a göre makbul, yani ‘gerçek aşk’ın belirtilerini sıralayarak başlayalım söze:
‘Öfkelenme, hatta öfkeden delirme, hakaretler yağdırma, sıkı korumacılık- bekçilik yapma, saçma şüphelere sahip olma, şikayet etme, didişme, kızdırma.’ Ve bu belirtilere şu cümleyi eklemiş: ‘Düşmanlarıma öfkesiz sevgililer temenni ediyorum.’
Gerçek Aşk ve Kıskançlık
‘Gerçek aşk’ bunları mı içerir gerçekten?
Psikoloji bilimi, bu belirtileri kıskançlık, böyle bir ilişkiyi de ‘sağlıksız’ olarak tanımlayarak aşkı mı katlediyor, kıskançlığı aşkın doğal sonucu olarak kabul eden insanlar mı yanılıyor?
‘Evrensel ve kaçınılmaz duygu’ diye nitelendirilen aşk, çok can yakıcı olmalı yukarıdakileri yaşatıyorsa. Mazoşistler haricinde, kim ister ki canının yakılmasını? O zaman sadece mazoşistler mi tadacak aşkı? Olağan, ‘normal’ kabul edilenler, aşktan mahrum mu kalacaklar, sağlıklı oldukları için?
Tamam tamam, biliyorum demagoji yapıyorum:) Ama ne yapayım? Öyle bir hale getirdiler ki aşkı, aşkın yaşanışını ve aşktan beklenenleri. Takılmadan duramıyorum.
Her aşka, bir önceki ilişkinin yaraları, beklentileri, doyurulmuş/ doyurulmamış istekleriyle başlarız. Her sevda, anamızdan babamızdan kopuşumuzun ya da kopamayışımızın, tatmin edilmemiş ihtiyaçlarımızın yaşattıklarıyla yol alır.
Her ilişkide yeniden doğar, ölmemeyi diler, o ya da bu biçimde, ama mutlaka bitecek olanın gelişini geciktirmeye çalışırız. Peki, gerçekten de ‘kıskançlık gerçek aşkın belirtilerinden midir?’
Hadi canım sizde! Elbette değildir.
Psikoloji, Aşk, Kıskançlık ve Savunma Mekanizmaları
Kıskançlığın paranoid yapıyla ilişkisi açıktır.
Psikolojide, kıskançlığı açıklayan başka mekanizmalarda var. Örneğin projeksiyon (yansıtma) mekanizması. Eğer bir insan, aldatılmaya yönelik endişeler yaşıyor ve bu yüzden aşırı kıskançlıkla birtakım kısıtlamalara gidiyor ve tepki veriyorsa, kendi aldatma isteğini yansıtıyor demektir. Yani; ‘Onun gözü dışarıdadır!’
‘Onu o kadar çok seviyorum ki, başına bir şey geleceği endişesiyle elim ayağım buz kesiyor’, lafının Türkçeleştirilmiş hali karşıt tepki oluşturma (reaksiyon formasyon) savunma mekanizmasıdır. Duygu, düşünce, istek ve davranışlarla bunların yarattığı çatışmalar, kişinin bilinç düzeyinde kabul edebileceği nitelikte değilse, tamamen tersine çevrilerek yaşanması durumunu anlatır. Eşiyle sürekli tartışan, kızgınlıklarını hissettiğince aktaramayan, çatışmaların çözüleceğine dair umudunu yitirmiş, ama boşanmayı da şu ya da bu nedenden dolayı göze alamayan bir insan ne düşünür? Eşinin bir anda ‘puf’ diye yok olmasını. Yani ölümünün sorunun çözeceğini. Bu düşünce onda suçluluk uyandırınca ne olur? Reaksiyon formasyon oluşur, yani kopamadığı eşine aşırı düşkünlük ortaya çıkar. Niye mi? Hiçbir duygu kendiliğinden kaybolmaz, var oluş haliyle kabul görmüyorsa, değişime uğrayarak varlığını sürdürür de ondan.
‘Başkalarıyla bir şeyler paylaşmasına, bensiz mutluluklar yaşamasına tahammül edemeyecek kadar çok seviyorum onu.’ Sorarlar insana, ‘Bu nasıl sevgi?’ diye. Her yemeğin ayrı tadı oluşu, bedenin ihtiyaç duyduğu besinlerin dönem dönem farklılaşması gibi düşünmek gerekiyor ilişkileri de. Sizinle yaşadığı, paylaştığı güzelliklerden farklıdır diğerleriyle beraberken hissettikleri. Kıyaslanmayacak denli ayrı alanlardır; gelinen aileyle ya da kendi cinsinden olanlarla ya da iş arkadaşlarıyla paylaşılanlar. Neyi neyle kıyaslıyoruz ki? Ya kendine güvensizlik söz konusudur ya da kendini değerli bulmama!
‘Seni o kadar seviyorum ki, beraber olmak için her şeyi yaparım!’ Ona uyum sağlayıp ilişkiyi sürdürmek adına, özünüzden vazgeçecek denli bir değişikliğe gittiğinizde, bir süre sonra, ama er ya da geç dilinizden şu cümleler dökülür: ‘Seninleyken ben olamıyorum.’ Öyleyse niye özünüzden vazgeçesiniz ki?
Örnekler çoğaltılabilir. Bence net olan şudur ki, gerçek aşkın belirtileri ne Propertius’un yazdıkları gibidir ne de yukarıdaki cümlelerin içeriği gibi.
Yanından daha yeni ayrılmışken özlemek,
Huzuru/ umudu/ sevinci paylaşmak,
Yaşanacak güzel günlerin umudunu inanmak,
Onun gelişmesine olanak tanımak, desteklemek,
O gelişirken kişisel gelişimini sürdürmek,
Bedenine dokunmayı istemek,
Bazen şefkatle bazen tutkuyla öpmek,
Ve bunların hep devam etmesini istemek, devam edeceğine inanmak…
Aşk böyle bir duygudur işte.
Gerisi zayıflıklarımıza, kişisel sorunlarımıza, bencilliklerimize uydurduğumuz kılıftan ibaret…
(Yazı, 2002 yılında Remzi Kitabevi’nden çıkan ‘Tırtıllara Özgürlük’ adlı kitabımın ‘Ana Yemekler’ Bölümü’nden kısaltılarak aktarılmıştır.)