İlk kez 1999 yılında Milliyet Gazetesi' nde yayımlanan köşe yazılarımdan biri olan 'Yaşananlar ve Yaşatılanlar' başlıklı yazımı, bazı değişikliklerle yeni yıl yazısı olarak paylaşmak istiyorum bugün.
Sahip olunanlar
Sahip olduklarımızın sayısı arttığında, sahip olunacak şeylerin artık bir değeri kalmadığında, anlamsızlığın yakıcı nefesini soluyor insan çünkü; yaşananların ve yaşatılanların dışındaki her şeyin değersizliğini fark ediyor bilinç.
Diyelim ki, dolaplarınız giysilerle, yiyeceklerle, cüzdanınız parayla dolu. Geceleri giydiğiniz en konforlu kumaştan yapılmış gecelik ya da pijama ısıtabilir mi sizi sevdiğiniz bir insanın ya da kendini sağlıklı bir biçimde sevmenin sıcaklığınca. Fay hattı üzerinde olmayan, sağlam bir evin içindeki bilmem kaçıncı yüzyıldan kalma ya da tam tersine bilmem ne markalı son model bir yatak ve rahat bir döşeğe sahip olmak, vermeye yeterli mi güvenlik duygusunu?
Nakdiniz ya da nakitte çevrilebilecekler, umut duygusu satın alabilirler mi sizin adınıza?
Bir türlü doğuramadığınız ya da doğurmadıklarınızın (çocuktan bahsetmiyorum, iyilik- sevgi- paylaşmadan uzak kalmanın) gaz ağrısından beter acısı ve ağırlığıyla, nasıl mücadele edersiniz faydalı olduğunuza, mutluluk verdiğinize inanmadan? Sevgi, hayır duası, bir çocuğun gözünde parıltı yaratmadıktan sonra, en çok da sahip olduklarınızı bir gün kaybedeceğiniz korkusu artırmaz mı kalp çarpıntınızı, onları kaybettiğinizde, her şeyi yitireceğinizi bilirken?
Sevgi ve paylaşmak ile gönül gözü ve ego
‘Kaçan kovalanır’ inancıyla, ‘Amannnn dünyaya bir kere geldim’ mantığıyla, ‘Alışkın değilim, ben böyle yetiştirilmedim ki’ savunmasıyla ne ifade eder sevgiler, içinizde kalıp paylaşılmadıkça? Geçmişteki tüm kırıklıkların acısını bir insana yüklemek, daha ötesi geçmişe saplanıp kalmak ve şüpheyle her söylenenin gerisindekini görmeye çabalamak, ‘hiç kimsenin mükemmel olmadığını ve hata yapabileceğini, ama gelişebileceğini de’ görmezden gelmek, neye yarar mesafeleri koymak ve artırmaktan başka?
Doğru olmadığını bildiği bir küp parçasını, inatla aynı deliğe sokmaya çabalayan çocuktan farklı mıdır, yaralayıcı davranışlarını ısrarla sürdüren bir yetişkinin tavrı? Gerçeği kavramayıp da gösterildiğinde reddeder tutumun yanlışlığını göremeyecek denli gönül gözü ve egonun kapalı olması neye yarar kendine ve diğerlerine yönelik sevgiyi kaybetmekten başka?
Yeni yıla girerken
Bu yaşta ve yeni yıla girerken, ‘kendini gerçekleştirme ve güvende/ iyi hissetme’ noktası olarak ‘şey’lere sahip olmayı düşünmeyi bırakıp, diğerlerinin ne yaptığına bakmadan sevgi ve paylaşma için kollarını açmanın zamanı gelmedi mi artık?
Aşk, sevgi, dostluk, insan, hayvan, dünya ne türden olursa olsun güçlenmeli sevgi bağları. Zorda göğsüne alan, güzelde sevinen, hayatın içinde kaybolmadan selam verenlere ve savunmasızlara açık olmalı bilinç ve gönül. Hem de korkmadan, kullanılma kaygısı yaşamadan, her şeyden incinebilecek hassasiyete ulaşmadan.
Meraklanmayınız, gerçek bir tehlikeyle karşılaştığımızda anlayabilecek iç görüye sahiptir bilinç. Ama ya siz yaratıyorsanız hayali tehdit ve tehlikeleri? Ya yaşanacak onca güzelliğin önüne geçiyorsanız istemeden, yüklediğiniz sağlıksız- boş inançlar, yanlış anlamlar ve bakış açılarıyla? Sonunda arzu edilen derin paylaşım yakalanamasa bile değmez mi denemeye ‘keşke’lerden uzak bir yaşam sürmek için? Hem ‘Yarın nasıl olsa yine acıkacağım’ deyip, bugün vaz mı geçiyoruz yemekten? Ya da ‘Nasıl olsa yediklerimi boşaltıyorum sonra, para heba olup gidiyor’ diye yemek yemeyi durduruyor muyuz?
Öyleyse duyguları yaşama/ paylaşma ve dile getirmedeki bu korkaklık neden? İnsanlardan uzaklaşıp, ıvır kıvıra yönelip, biriktirip depolama arzusu niye? Sadece kendi soyundan olan, kendine yakın gördükleriyle sevgiyi çerçevelemedeki ısrarın anlamı ne?
Sevgiden ve paylaşımdan soyutlanmış bir yaşam, belki hayal kırıklıklarından ve üzüntülerden uzak ama kuru, sahte ve yetersiz değil midir sizce de? Her insanın, canlının yaşamda bir rolü yok mudur? Her insanın her koşulda başka bir canlıya faydası dokunmaz mı?
İşte bu yüzden hanımlar ve beyler, haydi yeni yıla girmeye yaklaşırken en dibinizi kurcalayın. Bulanıklıkları yok etmenin ve istiridyenin içinden gizli inciyi çıkartmanın yolu, biraz çaba ve inanç, çokça da gelişime yönelik cesaret ve özenli ilgiyi, gerçek sevgiyi yaşamaya yönelik kararlılık derim.
Var mı bunlar sizde? Varsa haydi hasta bir insanı sevindirmeye, bir çocuğa sarılmaya, dünyaya ve dünya üstündekilere daha şefkatle, sevgiyle bakmaya ve gönül gözüyle hareket etmeye.
Bilinçle yaşananlar ve yaşatılanlar kadar olduğumuzu fark etmeye…