20 yıl yönce yazdığım yazılardan biri daha. Yaşanmış 20 yılın daha olgunluğunu ekleyerek, güncelleyerek…
Bir Film ve ‘Onu Seviyorum’ Diyebilmek…
Yıllar önce seyrettiğim bir film. Ne adını ne de artistlerini hatırlıyorum. Anlatacağım olayların bir kısmını, hafızamda kalan karelere ben yakıştırıyor bile olabilirim.
Lüks bir otel odası. Kalanların yaşanmışlığına ve kimliğine bürünmüş. Sabahın çoktan olduğu bir saat. Kadın oturduğu yerden bir şeyler yazıyor.
Adam, kadının tam arkasındaki kocaman yatakta yatıyor. Çıplak bedeni, yarıya kadar beyaz nevresimle sarılı. Arada bir duyulan küçük horultusu.
‘Onu seviyorum’ diye yazıyor kadın. Onu çok seviyorum ve ölesiye korkuyorum sevmekten. Beni incitiyor. Alışageldiklerimden, sevdiklerimden o kadar başka ki. Aradığım, ihtiyacım olan anlarda onu yanımda bulamıyorum. Tam anlamıyla güvenemiyorum bir türlü. Başka kadınlara gideceğinden, beni aldatacağından değil güvensizliğim. Beni anlamadığını görüyorum. Bir gün, geri dönülemez bir biçimde beni incitmesinden, sevgime rağmen ondan ayrılmaya karar vermekten korkuyorum. Biliyorum bir gün ben terk edebilirim onu.’
Arkada adam yavaşça kıpırdanıyor. Kadın uyandırmaktan endişeli, yazmayı bırakıyor. Adam yan dönmüş bu kez, ayakları açıkta, yastığa sarılmış uyumaya devam ediyor.
Yönetmenin yardımıyla, beyaz perdede adamın rüyasını izliyor seyirci. Avrupa’da çok yaygın sokağa açılmış kapılarıyla sandalyeleri dışarı taşmış bir cafede heyecanla konuşuyor adam. ‘Ben farklıyım. Sevgimi gösteremiyorum ama seni seviyorum. Beni anla, beni birileriyle kıyaslama, eleştirmekten ve yönlendirmekten vazgeç. İhtiyaçlarım deme. Benim de ihtiyaçlarım, bunca yıllık doğrularım, alışkanlıklarım var. Değişmemi bekleme. Asıl senin beni yeterince sevmediğini düşünüyorum.’
Oysa adam yanılıyor. İç konuşmalarından, tutkulu öpüşlerinden, biri uyur biri uyanıkken, hala uyumamış olanın diğerine bakışlarından, şefkatlerinden seyirci anlıyor her ikisinin de sevgisini.
Filmin Sonu
Filmin sonunda, konuşuyorlar. Adam saldırgan, kadın yumuşak ve kontrollü. Karşı çıkışlarını anlatıyorlar, ama duymuyorlar birbirlerini. Ve ertesi sabah, elinde bavullarıyla sessizce çıkıyor kadın otelden. Kırgın, aşkının heyecanını, inancını yitirmiş.
‘SON’ yazısı görülüyor perdede. Adamın çağırıp çağırmayacağı, kadının geri dönüp dönmeyeceği belirsiz, akıyor jenerik.
Belki onlar başaramıyor, belki seçtikleri insan, belki zaman yanlış. Belki bir diğeri olmadan, yaşamın yavanlığının ve hatalarının farkına sonra varacaklar. Bu bir film. Filmin sonu, senaristin ve yönetmenin isteğiyle böyle bitse de hayatlarımızın kontrolü bizim elimizde. Jenerik yazısından önce kendi filmlerimizdeki son karenin, nasıl olmasını istediğimizi iyi düşünmeliyiz.
Tıpkı o filmdeki gibi çoğu insan korkuyor. Sevmekten, sevmenin getireceği incinmelerden. Korkuyor, korkuyla erteliyorlar sevgilerini. Kalıplara sokuyorlar beklentilerini.
Mutlaklaştırdıklarımız Gerçek Aşk ve Yalılar
Seviş biçimleri tanımlıyoruz zihnimizde, mutlaklaştırıyoruz. Uygun olmayanlarla karşılaştıkça şaşalıyoruz. Ne yapacağımızı bilemez hale geliyoruz. Güç çatışmalarına giriyoruz. Dinlemeyi başaramıyoruz. Diğerinin penceresinden bakmayı beceremiyoruz. Çünkü kendine yönelik farkındalığı gelişmemiş çoğu insanın. Oysa birey kendini gerçekten tanısa, neye neden ihtiyaç duyduğunu bilse- anlasa, paylaşılacaklara bağlı olarak tolere edebileceklerini tanımlamış olsa, istedikleri denli katabileceklerinin ayrımında olsa azalacak mutlaklaştırdıklarımız. Elbette bir bilim kadını olarak sevginin her şeye yeteceğini söylemiyorum. Eğer ‘gerçek aşk’sa ömür
boyu süreceği iddiasında da değilim. Tam aksine ne kadar büyük ve ‘gerçek’ olursa olsun, özen, dikkat ve çaba gösterilmediği sürece en güzellerin bile yok olmaya mahkûm olduğunu iddia ediyorum. Savımı destekleyecek şeklide gerçek aşkları, uzun süreli ilişkileri, evlilikleri yalılara benzetiyorum.
Bir yalıda yaşamak gibidir gerçek aşkı sürdürmek, birbirini anlamak, paylaşmak ve denizin özgürlüğünde dalmak. Yalıyı apartmana çevirmeye kalkarsanız isyan eder, bakmazsanız küser çöker. Bir yıl bile çekseniz o güzelim Boğaz’daki yalılardan birinden elinizi, neme bağlı rutubet, küf, dalgalarla ve tuzlu rüzgarla canlılığını kaybeden bir bahçe ve artık haz değil eziyet haline gelen bir yaşamla karşılaşırsınız. Bakmamayı sürdürürseniz yüzlerce güneşin batışını eşlik etmiş pencerelerden sular girmeye, duvarlar çatlamaya, o muhteşem güzellikteki yalı parça parça çökmeye geçer ya hani…İşte tam da böyledir gerçek aşklar, uzun süreli ilişkiler ve evlilikler…
Romantik ilişkilerde yakalananın muhteşemliğinin farkında, devam ettirme kararlılığında, sadakate çıpa atmış, birlikte gülebilmenin yanı sıra hiç sıkılmadan ve dizi falan seyretmeden saatlerce zevkle sohbet edebilme gibi değerleri mutlaklaştırmak doğru ve sağlıklı beklenti ve kriterlerdendir. Bunca senelik psikologluğun verdiği deneyimle, ‘yüksek cinsel çekim, mevki, para’ gibi kriter ve beklentiler ise geçici ve kesinlikle bir gün bitici olduğunu söyleyebilirim size.
Bu nedenle sesleniyorum aşık olmak isteyen, aşık olduğunu söyleyen herkese. Haydi korkmayın artık! Sevginizi özgür bırakın, sevdiklerinizi de. Özgürlükle sorumsuzluğu birbirine karıştırmadan, ‘ben’inizden vazgeçmeyip, ama bencilleşmeden, yalnız kendinizce değil, karşınızdakinin de istediğince gösterin sevginizi birbirinize. Yalılar ve yalıların hayatta kalma koşullarının bilincinde, aşkın ve hayat filminin bir gün biteceğinin farkındalığında…