Erdemlerle hayatı kucaklama konusunda 20 yıl önce Milliyet’teki köşemde çıkmış bir yazımı paylaşmak istiyorum bugün istiyorum sizlerle.
Bilimsel konularda ortaya çıkan yeni veriler doğrultusunda düşüncelerimde ve eylemlerimde, psikolojik sorun çözümleme ve tedavilerimde yıllar hatta bazen günler içerisinde değişikliğe gitmişken, özellikle erdemler ile hayatı kucaklama konusunda değişmemiş olduğumu görmek güzel:)
Can Sıkıntısı
Hangisi daha kötüdür? Can sıkıntısı mı, yoksa sorunların yol açtığı acı mı? İkisinden de kötü bir duygu var mıdır?
Başımıza birdenbire gelen ya da ‘Geliyorum’u davul çala çala haber veren, ‘olumsuz’ olaylara kızarız. ‘Aksilikler de hep beni buluyor. Ben ne zaman düze çıkacağım?’ sözleriyle açığa çıkan yakınmalarımız; sorunsuz, sıkıntısız bir hayat özlemini vurur açığa.
Peki ama siz her şeyin birbiriyle huzur ve uyum içinde var olduğu bir hayat düşünebiliyor musunuz? Böyle bir durum, hadi daha net konuşalım ‘düş’ gerçekleşebilir mi? Tutun ki gerçekleşti, ne denli mutluluk verir ki? Anlatacağım Antiope’nin öyküsü, bu soruların cevabını içeren bir öykü.
Antiope’nin Öyküsü
Antiope, birbiriyle uyumsuz tek bir şeyin bulunmadığı, rahatsızlık verici ne bir duygu, düşünce ne de objenin yer aldığı bir düzende yaşıyormuş. Kulağa ve göze ilk anda hoş gelse de çok sıkıcıymış bu hayat çünkü her gün aynı güzellikleri yaşamak çekiciliğini kaybetmiş zamanla. Ölçülülük ve uyum çıldırtmış Antiope’yi. Tam tersini yaşamak istemiş ve kurulu düzenin dışına çıkıp, bilmediği ormanda gezinerek, doğal olanı görmek!
Ve çıkmış düzenin dışına, ormana.
Zeus ve Antiope’nin Aşkı ile Can Sıkıntısı
Düzensiz, farklı boylarda ve renklerde, karmakarışık açmış çiçekler, doğa heyecanlandırmış onu ve sık sık düzenin ve güzelliğin sıkıcılığından kaçarak gitmiş ormana. Bir gün ormanda gezinirken çirkin, pis, nezaketten uzak bir kılığa bürünmüş Zeus’la karşılaşıp aşık olmuş. Canının sıkıntısı, severken aynı zamanda nefret ettiği Zeus’un kollarında yok olmuş. Böylece ikiye bölünmüş bir hayat yaşar olmuş. Artık memnunmuş Antiope. Canı isteyince ahengi ve sorunsuzluğu, canı sıkılınca düzensizliği ve sorunu yaşıyormuş, ama bir süre sonra işler karışmış ve Antiope, güzelliklerin uyumun olduğu dünyasını terk etmiş. Zaten ne olduysa da ondan sonra olmuş. Lanetlenmiş!
Zeus’tan olma çocukları elinden alınıp zindana atılmış, delirmiş. Ölmeden önce salıverildiği zindandan virane bir halde oradan oraya giderken, karşılaştığı herkese “Hayatta karşılaştığınız en kötü şey ne?” diye soruyormuş. ‘Can sıkıntısı’ cevabını alırsa, feryatlar ederek karşı çıkıyor, sonra yeniden yola koyuluyormuş. Ölünceye dek bu devam etmiş. Sonunda acı içinde ölmüş.
Hikayenin ana fikrini yazdığımda kendimi ilkokul öğrencisi gibi hissetsem de kişisel yorumumu yazmadan geçemeyeceğim. Bir şeyler üretmediğimiz sürece, ne yaşarsak yaşayalım, neye sahip olursak olalım, mutluluk duymayız! Duysak da kısa sürer. Günün popüler kavramıyla ‘sürdürülebilir’ değildir üretmeden mutluluk duymak. Başkalarının bizim için kurduğu hayat hiç sorunsuz olsa ve mükemmel gibi dursa da can sıkıcıdır. Emeksiz elde edildiği için, kendisi bir sorun haline gelecektir sonunda. Dolapları taşıran satın almalar da yok etmez can sıkıntısını. Yemeler- içmeler- o gönülden bu koyuna gezmeler de… Üretmemek, çabalamamak, zorluklarla mücadele etmemek, başladığını sonlandırmamak/ yarım yamalak yapmak, ruhsal ve zihinsel gelişimden uzak kalarak tüketmek hedonistlerin bile bir yerden sonra zevk almamasına yol açar! Yaşamak beraberinde zaten sorunları ve zorlukları da getirir.
Lafın özü; sorunsuz hayat sanılanın aksine can sıkıcıdır. Kaldı ki, imkansızdır da! Bu yüzden, böyle bir beklentiniz varsa, olamazlığını kabul etmeli ve ‘hayatın’ doğallığı içerisinde algılamalısınız zorlukları, uyumsuzlukları görmeyi ve kabul etmeyi, beraberinde doğal olarak gelecek acı dolu anları ve anıları.
Goethe’nin yazdığı; ‘Kendi acımız bize, başkalarınınkini bölüşmeyi öğretir’ ya da Şeyh Sadi’nin söylediği ‘Ey başkaları için kaygılanmayan, sana insan demek yakışık almaz’ doğruysa, insan olmanın gereği ve insan olmanın yollarından biri diye bakmalıyız acılara.
Acı kötü değildir efendim. Kötü olan acının inkarıdır. Acının dile gelmemesi ve paylaşılmamasıdır ya da başkalarının acılarını anlamamak, çözülmesi için el uzatmamaktır kötü olan.
O halde, iyi ya da kötü ne varsa, dökün ortaya. Kaybetme ya da daha çok acı çekme korkusu ile susmayın. Paylaşın kendinizi insanlarla ve diğer insanları ruhunuzla. (Aman diyeyim ‘ruhsal striptiz’den ve her şeyi herkesle paylaşmaktan bahsetmiyorum!)
Acı çekmekten korkarak ertelemeyin hayatı. Acı, mutluluk, sevinç, aşk, öfke, kızgınlık hepsi birer duygu. Meselenin özü, tüm bu duyguları neokorteksle bedellerini hesaplayarak ve ödemeye razı olarak insan gibi yaşamakta ve diğerlerinin de insan gibi yaşaması için çaba göstermekte!